"O, ruhunu istediği kullarına kendi emriyle melekler vasıtasıyla gönderir. (Bu hidayetle, insanlara) anlat ki Ben'den başka mabudunuz yoktur. Onun için Benden korkmalısınız."(Nahl; 2)
"Bunlar sana ruh hakkında sorular soruyorlar. De ki: Bu ruh Rabbimin emriyle geliyor, ama ne çare ki, size ilim ve hikmetten az bir şey verilmiştir."(İsra; 85)
Burada bahsedilen Nübüvvet ruhu vahiydir. Bununla peygamberler dünyaya yeni bir mesaj verirler. Vahiy, peygamberlik görevinde insan hayatındaki ruh kadar önemli bir yer tuttuğu için, Kur'ân-ı Kerim'de vahiy için "ruh" sözcüğü kullanılmıştır. Burada kullanılan "ruh" kelimesini müfessirler genellikle can olarak anlamışlardır. Yani bazı âlimlere göre Mekkeliler Peygamber Efendimiz'e gelip kendisinden insan ruhunun hakikati hakkında açıklama yapmasını istemişlerdir,
peygamber Efendimiz de buna cevap olarak demişler ki, bu ruh Allah'ın emriyle geliyor. Ama biz bu ifadeyi kabul etmekte tereddütlüyüz. Çünkü bu ifade ancak siyak ve sibak unutularak kabul edilebilir. Halbuki söz konusu ayetin metninde önceki ve sonraki ifade genellikle kabul edilen anlamdan farklı olup, bu ayetin kopuk şekilde tefsir edilmesinin doğru olmadığı ortadadır. Burada ruh kelimesini can veya öz olarak kabul edersek genel ifadede bir kopukluk bir düşüklük göze çarpar. Hatırlanacağı üzere, bu âyetten önceki üç âyette Kur'ân-ı Kerim bir iksir (şifa) ve Kur'ân'ı inkâr edenler de zalim ve nimete küfredenler olarak adlandırılmışken, daha sonraki ayetlerde ilahî kelâm veya vahiy'den bahsedildiği halde, birden bire canlılarda ruhun Allah'tan geldiği manasını çıkarmak ne kadar doğru olabilir? Metinde işlenen konu ve aradaki bağlantıyı göz önünde tutarsak, burada "rûh" kelimesinden "vahiy" veya "vahiy getiren melek”in kastedildiği kendiliğinden anlaşılır.
Müşrikler aslında Hazreti Peygamber'e Kur'ân-ı Kerim sana nereden geliyor diye soruyorlardı. Bunun üzerine Allahu Teâlâ buyuruyor ki: Ey Muhammed, bu İnsanlar senden Kur'ân'ın kaynağı ve özü nedir, öğrenmek istiyorlar, onun için onlara de ki, bu ruh bana Rabbimin emriyle geliyor. Ama sizin aklınız ve bilginiz o kadar kıttır ki, bir insanın sözleriyle bütün Alemlerin Hâkimi'nin kullandığı dil ve ifade arasındaki farkı anlamaktan âcizsiniz. Onun için Kur'an-ı Kerim'in bir insanın eseri olduğunda ısrar ediyorsunuz.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız sebepler, yani söz konusu ayet'ten önce ve sonraki metinde kullanılan ifadenin dışında diğer bazı sebeplerden dolayı da, tefsirimizin doğru olduğunu söyleyebiliriz. Meselâ, Kur'an-ı Kerim'de birkaç
yerde hemen hemen aynı ifadelerle ruh'un vahiy manasına geldiği ortaya çıkıyor. Mü'min sûresinde şöyle buyuruluyor: "O kendi emriyle, islediği kuluna ruhunu indirir. Bununla maksadı, insanlara toplanacakları günü (kıyamet) bildirmektir"(15). Şûrâ sûresinde de şöyle buyuruluyor: "Ve
aynı şekilde, Biz sana kendi emrimizle bir ruh gönderdik. (Oysa) sen kitabın ve imanın ne olduğunu bilmezdin" (52). Büyük müfessirler, İbn-i Abbas, Katâde ve Hasan Basri (r.a.) aynı tefsirde bulunmuşlardır. İbn-i Harir bu tefsirin Katâde'ye atfen İbn-i Abbas'a ait olduğunu belirtmiştir. Ama bu hususla kullandığı ifade çok gariptir, ifadesine göre İbn-i Abbas (r.a.) bu tefsiri gizli şekilde yapardı. İbn-i Harir, "Ruh-ül-Meâni"nin yazarı Hasan Basri ile Katâde'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Burada ruh'tan Cibril (a.s.) kastedilmiştir. Asıl sorun şuydu: Cibril nasıl geliyor ve Resûl-i Ekrem'in kalbine vahiy nasıl ilkâ' ediliyordu?
"Ve aynı şekilde (Ey Muhammed) Biz kendi emrimizle bir ruh sana gönderdik, vahiy olarak."
Burada görüldüğü gibi, rûh, vahiy veya vahiy ile Peygamber Efendimiz'e verilen bilgi anlamına kullanılmıştır.