Davacıların durumlarını anlatan sıralamaya devam edelim,
6) Savundukları davanın kendilerine kişisel çıkar sağladığı da söylenemez. Tam tersine, davaları uğruna son derece güç durumlara düştükleri, bedensel ve ruhsal eziyetler çektikleri, tutuklandıkları, dövüldükleri, işkence gördükleri, sürgün edildikleri katledildiklerini hatta bazılarının canlı gömüldüğü ve çeşitti eziyetlerle öldürüldüğü görülmüştür. Birkaç istisna ile hiçbirinin dünyada maddi yönden rahat ve huzur ve refah dolu bir hayal sürdüğü iddia edilemez. Dolayısıyla, şahsi menfaat suçu kendilerine yüklenemez. Aksine bin bir güçlük ve engeller karşısında davalarına tamamıyla sadık kalmaları, samimiyet ve iyi niyetlerinin birer kanıtıdır. Onlar davalarına öylesine bağlıydılar ki bunun için canlarını bile seve seve feda ettiler.
7) Söz konusu insanların deli veya aklî dengelerinin bozuk olduğu da iddia edilemez. Hayatın bütün meselelerinde hepsinin son derece akıllı, anlayışlı ve zeki olduğu olaylarla sabit olmuştur. Muhalifleri bile zaman zaman akıl ve zekâlarına hayran kalmışlardır. Bu durumda hepsinin aynı şeklide delirdiği nasıl kabul edilebilir? Hem de onları "deli" eden meseleye bakın ki, bunun için ölüm kalım savaşı vermişlerdir. Bu dava için dünyaya meydan okumak ve dünyayı karşılarına almaktan çekinmemişlerdir. Bu dava öyle bir davadır ki, bunun için hayal boyunca mücadele etmişlerdir, varolan imkânlarının tümünü bunun için seferber etmişlerdir. Böyle bir durumda akılsız veya çılgın olduklarına kim inanabilir?
8) Bu kişiler, Baş Mühendis veya elemanlarıyla sizi görüştürürüz, O'nun gizli fabrikasını size gösterebiliriz, veya deneyler ile gözlemlerle davamızı ispatlayabiliriz dememişlerdir. Zira, onlara göre bütün bu işler "gâip"ten olmaktadır. Onlar sadece kendi söyledikleri ve anlattıklarına itimat edilmesini istiyorlar. İki tarafın durumu ve ifadelerini inceledikten sonra akıl mahkemesi kararını verir ve der ki, bazı belirti ve sonuçları görerek her iki taraf illiyet veya sebep-netice gibi kavramları gözden geçirmişler ve bunlardan kendi fikir ve tutumları doğrultusunda sonuçlar çıkarmışlardır.Görünüşte her iki tarafın çıkardığı sonuçlar ve ileri sürdüğü tezlerde akıl ve mantığa aykırı, göze çarpan bir husus yoktur.
Akıl ve zekâ ölçülerine göre iki tarafın da nazariye ve faraziyelerinin imkânsız olduğu söylenemez, ikincisi, her iki tarafın görüşü de deney veya gözlemle doğru ya da yanlış olarak tesbit edilemez. Ne birinci taraf herkesi tatmin edecek ve ikna edecek şekilde bilimsel bir kanıt ileri sürebilir. Ne ikinci taraf bunu yapacak güçte veya iddiadadır, ne var ki, mesele derinliğine tetkik edildiğinde pek çok konuda ikinci tarafın haklı olduğu, ileri sürdüğü nazariyenin daha tutarlı ve inandırıcı olduğu anlaşılır. Öncelikle, bu kadar çok sayıda insanın, olağanüstü bir bilgi kaynağına sahip olmak ve bununla, dış belini ve sonuçların asli sebeplerini keşfetmek konusunda birleşmeleri, çeşitli zaman ve mekânlarda bulunmalarına rağmen aynı
görüşü paylaşmaları, davalarının haklılığını ortaya koyuyor.
Bu İnsanlar bilhassa, kendi bilgileri konusunda çelişkili ifade
kullanmıyorlar. Söylediklerinde akla aykırı bir şey de yok.
ikinci olarak, bazı kimselerin diğer insanlara nisbetle bir
takım olağanüstü güç ve yeteneklere sahip oldukları da akıl ve
mantık kurallarına ters gelmiyor. Üçüncüsü, dış elken ve
belirtilere bakıldığında ikinci tarafın tezinin daha doğru oldu-
ğu anlaşılıyor. Öyle ki, ampul, vantilatör, fabrika ve trenlerin
kendi kendine yandığı veya çalıştığına kimse inanamaz. Zira
böyle bir şey, söz konusu eşyanın irade gücüne bağlı olurdu.
Ama bu eşyaların herhangi bir iradesi olmadığı bir gerçektir.
Aydınlık ve çalışma özellikleri, maddi terkiplerinden de ileri
gelmiyor. Çünkü ışık saçmadıkları ve çalışmadıkları zamanlarda da aynı durumda kalıyorlar. Buna ilâveten,
bunların ayrı ayrı güçlerin etkisinde olduğu da akla yatkın
değildir. Çünkü ampullerin yanmadığı zaman vantilatörlerin
dönmediğine, trenlerin çalışmadığına, fabrikalarda da işin
durduğuna şahit oluyoruz. Bu sebeple, dış etken ve belirtiler
konusunda ilk tarafın ileri sürdüğü bütün tez ve kavramlar
akıl ve mantıktan uzaktır. Aklın daha kolay kabul edebileceği
husus, bütün dış belirtilerde aynı gücün varoluşudur. Bu
gücün kaynağı da, belirli bir düzen içinde bu gücün etkilerini
gösteren bir Bilge ve Uzman'dır.
Şimdi gelelim, şüpheci ve kararsız kişilerin şu mantığına:
Bütün bu meseleleri aklımız, almıyor, bundan hiçbir şey
anlayamıyoruz. Anlayamadığımız bir şeyi ne onaylayabilir ne reddedebiliriz. Aslında akıl mahkemesinin hakimi bu mazereti
kabul etmezdi. Çünkü bir olayın olması onu gören veya
duyanın anlayıp anlamamasına bağlı değildir. Bir olayın meydana gelmesi güvenilir ve birden fazla tanığın ifadesiyle
ispatlanmış oluyor. Şimdi diyelim ki bazı güvenilir dostlarımız
gelip bize diyor ki, biz batılı ülkelerde insanların demir, çelik
veya alüminyumdan yapılmış araçlarla havada uçtuklarını
gördük veya biz Londra'da iken Amerika'dan yayınlanan
şarkıları dinledik. Böyle bir durumda bizim araştırmak ve
bilmek istediğimiz tek şey bize bu masalları anlatanların
yalancı veya şakacı olup olmadığı olacaktır. Ayrıca, söz
konusu kişilerin şahsi çıkarlarının bulunup bulunmadığı ve
akli dengelerinin de yerinde olup olmadığı araştırılması
gereken hususlardandır. Kendilerinin ne yalancı, ne şakacı,
ne de deli oldukları ve kişisel çıkar gütmedikleri sabit olursa
ve pek çok dürüst, aklı başında kişinin, gayet ciddi bir şekilde
istisnasız aynı olayları bize anlattıklarını görürsek, demir ve
alüminyumdan yapılmış araçların havada uçması veya bir
şarkıcının sesinin binlerce kilometre öteden duyulmasını bir
türlü anlayamazsak dahi kabullenmek zorundayız.
İşte aklın hükmü budur. Fakat, "iman" dediğimiz tasdik,
te'yid ve inanç keyfiyeti bundan doğmaz. Bunun için vicdan ve
ilhama gerek vardır. Bunun için içimizden öyle bir duygu
gelmelidir ki; şüphe, tereddüt ve kararsızlığın her türlüsünü
ortadan kaldırıp, insanların her çeşit kıyas, tahmin ve
hayallerinin batıl olduğuna ve gerçeğin, doğru ve dürüst insanların kıyaslarıyla değil, ilim ve basiretleriyle
anlaşılabileceğine kanaat getirsin.