Bu Blogda Ara

Nefis ve İnsan Ruhu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nefis ve İnsan Ruhu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2016 Salı

Gündelik İnsan

İnsanız!

Nasıl yaşar nasıl ölürüz iyi biliriz.

En büyük hatamızda etrafımızdaki insanları kendimiz gibi görmek. Kendimiz gibi göremediklerimizi hor görerek amacı aşağılamak olmasa da küçük görmek.

İnsan günlük yaşantısında nasıl yaşar bilir misiniz?

Emin olun sizin gibi bir yaşantısı yoktur, Aslında Allah kullarını farklı farklı yarattığı gibi onlara farklı yaşamlarda vermiş, Herkes farklı düşünür, 100 kişi bir elma'ya bakar 100 ayrı düşünce ve bilgi ortaya çıkar.

İnsanlara bir şeyler anlatmak veya bir şeylere ikna etmek çok zordur, Helede şu dönemde bir insanın unvanı olmalı, yani Kendinizi belgelendirmiş üst seviyelerde olmanız şart. Bazen bu bile yetersizdir.



Günümüzde insanların tek derdi para kazanmak, daha çok nasıl kazanırım sevdasına tutuşmuş, kendini yıpratır durur. Cennet cehennem konularında üstüne yoktur, en iyi alimi yutmuş hayatı süper yaşayandır, Yaratanı bilir, Yaratandan Korkarda. Bir fahişenin bir sokak kedisine süt vererek cennete girdiğini duyar ve yaratıcının ne kadar bağışlayıcı olduğunu düşünerek, ufak tefek sevimliliklerle hayatı sünepe gibi yaşamaya devam eder.

Büyüklerimizin bir lafı vardır, "İmanın ve paranın kimde olduğunu bilemezsin"

Benim bu yazımda anlatmak istediğim insanın kendisini bilmesi, İnsan hassas yapılarla çevrili, hataya günaha, bilgiye, veya gaflete düşmeye kısacası her şeye meyillidir.

İnsan kendisiyle muhakeme yapmalı, birilerine bakarak birilerine not vermemeli, Kimin ne olduğunu bilemez, Tanığın insanlar senin bildiğin gibi değil, buna annen baban eşin çocuğun dahil. Bildiğin sadece iyi insan kötü yapıda huy ve davranışlarına göre değerlendirmelerindir.

İnsan buna sende dahil, bir okyanus gibidir. Rab'binin emir yasaklarını bilen insan kendini beğenmez, her işin sonu ve başında, iyi kötü fark etmez, gizliden şükreder. Kanaatkardır. Sıkıntılı dönemlerde yalandan kendini kandırmaz, İnsan olmanın verdiği acizliği kendinde görür, neler yapabileceğini Uzaya adım atanlara, teknolojiye ve savaş içinde kimleri ne amaç uğruna öldürdüğünü iyi bilir. Irkının ihanetlerini üstünden atamaz, Ne kadar şerefli ve bir o kadarda şereften yoksun olduğunu iyi bilir.

İnsan kendini iyi kötü beğenir, Çok nadirdir kendini beğenmeyen, İnsan bir başkasının dünyası hakkında birşeyleri Bilmesine imkan yoktur, sadece uydurmadan, hurafeden başka bir şey değildir düşünceleri.

İnsan Kendine bir not verdiğinde notu yüksekse kusura bakmasın, kibir dostun olmuş demektir. Kendine ne kadar dürüst olduğunu görebilmektir gerçek insan!

Kendine Dürüst müsün?

Çölün ortasına düşmüş, elinin altında bütün imkanlar var ama hiç birşey yapamamak insana has bir şeydir. İnsan huzurlu, aile veya bireysel yaşantısında bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı tek kendi idolüne sarılmış bencil bir varlıktır.


Esas olan insan kendini Allah'ın Emir ve yasaklarını bilerek güzel uygulamalı ve peygamberinin yaşantısını kendini kandırmadan örnek almandadır.

Gerekeni yaptığında, açlık susuzluk zenginlik veya fakirlik, her şeyi eşit gördüğünde, amaç ALLAH olduğunda değerlerin artacak...

Kibir dünyasına, Konuşmalarındaki alçaklığa, daha doğru ne oldum delisine veda etme zamanı...

Fatih Akgül
Saygılar

21 Nisan 2015 Salı

Nefis ve İnsan Ruhu ( 2. Bölüm )

Mutasavvıflardan bazıları, "Bedenin gözü olduğu gibi kalbin de gözü vardır. İnsan zahirî şeyleri bedenî gözle, eşyanın hakikatini ise kal-bî gözle görür" derler. Peygamber Efendimiz (s.a.v)

"Her kulun kalbinde iki göz vardır ki onlarla gaybı idrak eder. Allah bir kuluna hayır murad ederse o kulun bedenî gözlerle göremediği şeyi görebilmesi için kalbî gözlerini açar"™ buyurmuşlardır. Nefs-i natıka bedenin ölmesiyle ölmez. Çünkü Allah Teâlâ onu kendi kapısına çağırmakta ve ona, "Rabbine dön" diye hitap etmektedir. Onun bedenden yüz çevirip ayrılmasıyla, tabii ve hayvanî kuvvetlerin tesiriyle ortaya çıkan haller âtıl bir vaziyet alır, hareket söner. İşte
ölüm denilen hadise budur. Bu sebeple mutasavvıflar tabii ve hayvanî ruha nazaran nefs-i natıkaya daha çok itimat ederler. Nefs-i natıka, Bârî-i Teâlâ'nın emrinden olduğu için bedende bir yabancı (garip) gibidir. Yüzü daima aslına ve döneceği yere doğrudur. Beşerî kirlerle kirlenmediği ve kuvvetli olduğu takdirde daha çok ilâhî kaynaktan istifade eder. 

Ey kardeşim, nefs-i natıkanın bir cevher, bedenin de onun için hazırlanmış bir mekân olduğunu öğrendin. Bedenin araz olduğunu, cevher olmaksızın mevcudiyetini devam ettiremeyeceğini anladın. Yine bilmiş ol ki, cevher bir mahalde sürekli bir şekilde kalmaz. Öyleyse beden ruh için daimî bir mekân değildir. Bilakis, onun geçici bir müddet kullandığı bir alet ve merkeptir.
Ruh, bedenin cüzlerine bitişik olmadığı gibi, onlardan ayrı da değildir. Belki bedene ilişerek onu aktif bir hale getirmiş ve feyizlendirmiştir. Ruhun nurunun zahir olduğu ilk yer dimağ (beyin) olup, burası onun kendisini gösterdiği, ona has bir karargâhtır. Ruh, dimağın ön kısmını bekçi, ortasını vezir ve müdür, arka kısmını hazine ve hazinedar yapmıştır. Bedenin bütün cüzlerini de kendisine yaya ve atlı asker kılmıştır. Hayvanî ruhu hizmetçi, tabii ruhu vekil yapmış, bedeni merkep, dünyayı meydan, hayatı meta ve mal, hareketi ticaret, ilmi kazanç, âhireti maksat ve dönüş yeri, şeriatı yol ve kaynak, nefs-i emmâreyi gözcü ve koruyucu, nefs-i levvâmeyi tembihçi, duyuları casus ve kontrolcü, dini zırh, aklı üstat, hissi talebe kılmıştır. Bunların hepsinin ötesindeki gözetleyici âlemlerin rabbi olan Allah'tır.

Nefs-i natıka, bu sıfatları ve aletleriyle kesif olan bedene orada kalmak için gelmemiş, ona bitişmemiş, belki ona hafifçe ilişerek ifade kazandırmış, onun vechini Bârî-i Teâlâ'ya yöneltmiştir. Nefs-i natıkanın belirli bir müddet bedende kalıp, ona anlam vermesi ve fayda sağlaması takdir olunmuştur. O, bu zaman zarfında, bu kısa seferinde sadece ilim tahsiliyle meşgul olur. Çünkü ilim onun âhiretteki ziynetidir. Mal ve evlâtlar da bu dünyanın ziynetidir. 20 Kehf 18/46.

Nitekim mevcut olan her şeyin belirli bir vazifesi vardır. Göz görülebilecek şeyleri görmekle, kulak sesleri duymakla görevlendirilmiş, dil kelimeleri telaffuz etmeye müsait bir surette yaratılmıştır. Bunun gibi hayvanî ruh şehevî ve gazabî lezzetleri ister; tabii ruh yeme ve içmeden hoşlanır; nefs-i natıka ömrü boyunca ilimle meşgul olmayı arzular. Bedenden ayrılık vakti gelene kadar ilimle bezenir. Şayet ilmin haricinde bir hal kabul ederse, onu kendisi istediği ve sevdiği için değil, bedenin maslahatı icabı kabul eder.

Ey kardeşim, insan ruhunun hallerini, bedenin ölümünden sonra varlığını devam ettirdiğini, ilme olan aşkını ve arzusunu öğrendikten sonra artık senin ilmin kısımlarını bilmen gerekir. 

Nefis ve İnsan Ruhu

Allah Teâlâ insanı iki muhtelif şeyden yaratmıştır.


Birincisi cisimdir ki bu zulmânî, kesif [katı, donuk, yoğunluğu bulunan] sonradan meydana gelen ve bozulmayla yüzyüze olan, organik ve kimyasal bileşiklerden oluşan ve de varlığının devamını haricî faktörler olmaksızın sağlayamayan mürekkeb bir yapıdır.

Diğeri ise, münîr [aydın], idrak eden, fail, muharrik hareket ettiren], müessir, cisim ve organları tamamlayan müfred (tekil) bir cevher olan ruhtur.


Allah Teâlâ cesedi besin maddelerinden meydana getirdi ve kanın molekülleri ile büyüttü. Bu binanın temelini kurdu, direklerini dikti, etrafını sınırladı ve kendi emrinden mükemmel ruh cevherini onda ortaya çıkardı.



Bu ruhla, gıdaya ihtiyaç duyan, şehveti ve gazabı harekete geçiren, kalpte bulunan ve vücudun bütün azalarına duygu ve hareket dağıtarak hayatın devamını sağlayan kuvveti kastetmiyorum. Çünkü, vasıflarını saydığım bu ruha "hayvanî ruh" denir ki, his, hareket, şehvet ve gazap kuvvetleri onun askerlerindendir.

Gıda isteyen, tasarrufa sahip, karaciğerde bulunan kuvvete ise "tabii ruh" denir. Sindirim ve boşaltım bunun emrindedir. Şekillendirme, üreme, büyüme (gelişme) ve tabii kuvvetlerin hepsi bedenin hizmetindedirler. Beden de hayvani ruhun hizmetindedir. Çünkü beden, kuvvetini hayvanî ruhtan almakta, onun hareket vermesiyle iş görmektedir. Ben tek başına "ruh" kelimesini kullandığım zaman düşünme, hatırlama, hıfz, tefekkür, temyiz özelliği bulunan, kalbî ve aklî idrake sahip, ilimleri kolayca öğrenen, soyut tasavvurları kavrama kabiliyeti olan mükemmel cevheri kastediyorum. Bu cevher diğer ruhların ve kuvvetlerin kumandanı olup, gerek hayvanî ruh, gerek tabii ruh ve beden onun emrindedirler.


Nefs-i natıka da denen bu cevherin her meslek erbabına göre bir ismi vardır. Hükema (filozoflar) bu cevheri "nefs-i natıka"; Kur'an, "nefs-i mutmainne" ve "ilâhî emirle oluşan ruh";mutasavvıflar "kalp" diye isimlendirmektedirler. İhtilâf isimlerdedir. Mâna tek olup onda hiçbir ayrılık yoktur. Nefs-i natıka canlı, faal, idrak eden bir cevherdir. Biz ne zaman yalın halde "ruh" veya "kalp" kelimesini kullanırsak onunla bu cevheri kastederiz. Mutasavvıflar hayvanî ruhu "nefis" olarak telakki ederler. Nefis kelimesi şeriatta da bu mânada kullanılmıştır.


Peygamberimiz (s.a.v) "En azgın düşmanın nefsindir" buyurmuş; 

İsimler arasındaki farkları anladıktan sonra bilmiş ol ki, ehl-i tahkik bu ruh cevherini muhtelif ibarelerle tarif etmektedirler ve bu meyanda farklı görüşler serdetmektedirler. İlm-i cedel ile meşhur olan kelâmcılar ruhu cisim olarak addederler ve, "O, bu kesif cisme nazaran daha latif bir cisimdir" derler. Ruh ile cisim arasında letafet ve kesafet farkı görürler. Bazıları ruhu araz sayar, bazı tabipler bu görüşü benimser, bazıları da ruhu kan zannederler. Bu şahıslar dar görüşleri ve kusurlu nazarlarıyla elde ettikleri bilgilerle kanaat edip, diğer ihtimalleri araştırmadılar.


Ey kardeşim, bilmiş ol ki ruh; cisim, araz ve cevher olmak üzere üç kısımdır:
Hayvanî ruh latif bir cisimdir. O, kalp fanusuna konmuş yanmakta olan bir lamba gibidir. Kalp deyince, göğsün içinde muallak (askıda, boşlukta) bir vaziyette duran konik (sanavberi, üçgen) şekli kastediyorum. 


Hayat bu lambanın ışığı, kan yağı, his ve hareket nuru, şehvet harareti, gazap dumanı, gıdaya ihtiyaç duyan ve karaciğerde bulunan kuvvet onun hizmetçisi, bekçisi ve vekilidir. Bütün canlılarda hayvanî ruh mevcuttur. -Şunu da ilâve edeyim ki- insanın kendisi cisim olup, eserleri (fiil, hareket, hal ve sıfatları) arazdır.

* Hayvanî ruh, ilimleri kavramaya güç yetiremez. Bu ruh, her şeyi en güzel ve sanatlı bir şekilde yaratan Allah'ı ve onları nasıl yarattığını idrak edemez. O, varlığı bedenin varlığına bağlı olan bir hizmetçidir ki, bedenin ölmesiyle birlikte ölür. Kandaki maddelerin oranı arttığı takdirde hararetin yükselmesiyle, bu oran eksildiği takdirde ise soğuğun artmasıyla bu lamba söner. Lambanın sönmesi, bedenin ölmesi demektir.

Araz, kendi başına var olamayıp ancak bir cevherle birlikte varlığını devam ettiren şeydir, insan ve varlıklara ait bütün sıfatlar arazdır. Renk, hastalık, sıhhat, soğukluk, sıcaklık, kuruluk, yaşlık, haraket, sükûnet gibi...
Yüce Allah'ın hitap ettiği ve mükellef saydığı bu ruh değildir. Çünkü karada ve denizde yaşayan bütün hayvanlar bu ruhu taşırlar; onlar mükellef olmadıkları gibi, dinî emirlere muhatap da değillerdir. İnsanın mükellef ve [ilâhî hitaba] muhatap oluşu kendisine özgü, fazladan bulunan başka bir şeyden dolayıdır ki bu da nefs-i natıkadır. Bu nefs-i natıka şu âyetlerde zikredilmektedir:


"De ki: Ruh, rabbimin emrindendir." 11 İsrâ 17/85.


"Ey nefs-i mutmainnei Rabbini razı edecek bir halde ve sen de rabbinden razı olacak bir vaziyette O'na dön." 12 Fecr 89/27-28.


Yüce Allah'ın "emrimden" dediği bu ruh, cisim veya araz olamaz. O, "akl-ı evvel", "levh", "kalem" kavramları gibi duyu organlarıyla hissedilmeyen,
ancak akılla kavranılabilecek bir cevher, bir ziyadır. Bize göre ruh, cevherlere ait vasıfları kabul edip bozulmayan, dağılmayan, ölmeyen, bilakis şeriatın bildirdiği gibi bedenden ayrılan ve kıyamet günü ona dönmeyi bekleyen bir şeydir. Felsefî ilimlerdeki kesin deliller ve açık ispatlarla doğrulanmıştır ki "nefs-i natıka" cisim ve araz olmayıp tam aksine sabit, daimî ve bozulmayan bir cevherdir. 


Allah Teâlâ ruhu bazan emrine, bazan da zatına izafe ederek şöyle buyurmuştur: "Ona kendi ruhumdan üfledim."13 "Deki:Ruh, rabbimin emrindendir."14 "Biz, ona ruhumuzdan üfledik."15
13 Hicr 15/29.
14 isrâ 17/85.
15 Tahrîm 66/12


Allah Teâlâ cisim ve araz olup bozulan, zeval bulan, değişen şeyleri zatına nisbet etmekten münezzehtir.


Peygamber Efendimiz (s.a.v) ruh hakkında şöyle buyurmuştur:
"Ruhlar, teçhiz edilip sınıflara ayrılarak sıralanmış askerler gibidir."


"Şehidlerin ruhları yeşil kuşların kursaklarındadır.'

Araz, cevherin yok olmasından sonra varlığını devam ettiremez, çünkü o bizatihi kaim değildir. Malûm olduğu üzere cisim, madde ve suretle terkibi [bileşim] kabul ettiği gibi, tahlili de [çözülme] kabul eder.


Âyetlerden, hadislerden ve aklî burhanlardan anladığımıza göre nefs-i natıka bizatihi canlı ve mükemmel bir cevher olup imanın sağlamlığı veya bozukluğu ondan doğar. Tabii ruh, hayvanî ruh ve bütün bedenî kuvvetler onun askerlerindendir. Bu cevher, mevcudatın hakikatini, malûmatın suretini onların zahiriyle ve zatıyla meşgul olmaksızın kavrar. Nefs-i natıka şeytan ve melekleri görmeksizin onların mahiyetini nasıl kavrıyorsa, aynı şekilde hiçbir insanı görmeksizin insanın hakikatini bilmeye muktedirdir. Şeytan ve melek gibi varlıkların hissî olarak bilinmesinin zorluğuna rağmen nefs-i natıka bunları görmeye ihtiyaç dahi duymadan idrak eder.


2. Bölümde Görüşmek üzere