Vahiylerin bir çeşidine tabiî veya içgüdüsel vahiy denilir. Bununla Allahu Teâlâ her yaratığa yapması gereken işi öğretir. Bu vahiy insanlardan çok hayvanlar ve bunlardan da çok, bitki ve maddelere aittir. Vahyin ikinci çeşidine cüz'i vahiy denilir. Bununla, Allah hazan kendi kullarından birine hayat meseleleri veya herhangi bir hususta fikir, bilgi veya hidâyet sağlamış olur. Bu vahiy hemen hemen her gün ve her zaman bazı insanlara gelir.
Dünyada birçok keşif ve icadlar bunun sayesinde olmuştur. Büyük bilimsel buluşlar varlıklarını bu vahye borçludurlar. Akıl almaz tarihi gelişme ve olaylarda bu vahyin rolü olmuştur. Bazen kritik bir anda bir kişinin aklına yepyeni bir fikir gelir, birden tarih ve medeniyetin akışı durur. Benzeri bir vahiy Hazreti Musa'nın annesine gelmiştir. Yukarıda anlattığımız vahiylerin iki çeşidinden çok farklı bir vahiy daha var ki, bununla Allah, kullarından bazısına gaybın bütün gerçeklerini anlatır. Allah bu vahiyle hayat düzeni hakkında gereken yol gösterici talimatı verir ve diğer insanların hidayeti için onlara iletilmesini ister. Bu vahiy peygamberlere mahsustur. Kur'an-ı Kerim'den anlaşılacağı gibi, adı ister "ilkâ" ister "ilham", "keşif veya "vahiy" olsun, bu tür bilgi Rasûl ve Nebi'lerden başkalarına verilmez. Ayrıca bu ilim ve bilgi peygamberlere öyle verilir ki, bunların Allah'tan geldiğine, bunlara şeytanın hiç karışmadığına ve de kendi fikir, görüş hayâl ve arzularından soyutlanmış olduğuna iyice inanırlar. Bunun dışında, bütün vahiy aynı zamanda şeriat delilidir de. Buna uymak her insan için farz olup, peygamberler bunu, başka insanlara ulaştırmak ve kulları Allah'a davet etmek için de görevlendirilmişlerdir. Aynı vahiy ile kurtuluş yolu açılır ve bundan sapmak hüsrana uğramak sonucunu doğurur. Peygamber'lerin dışında başkalarına bu tür bilginin, çok küçük bir bölümünün nasip olduğunu düşünsek bile, bu, önemi çok az bir işaretten öteye gitmez. Bu öyle bir işarettir ki, onu anlayabilmek için peygamberlerin vahyine gerek vardır. (Yani Kur'an ve sünnet'in yardımıyla bunun doğru olup olmadığım belirlemeye ve doğruluğu belirledikten sonra da yönü ve amacını tespite gerek vardır), ilham'ı kendi başına bir hidâyet yolu sayan ve peygamberlerin vahyi’ne göre doğruluğunu ölçmeyip buna kendi uyan ve başkalarının da uymasını isteyen birinin hareketleri şeriat açısından tasvip
edilemez. Kur'ân-ı Kerim'de bu gerçek çeşitli yerlerde açık açık anlatılmıştır.
edilemez. Kur'ân-ı Kerim'de bu gerçek çeşitli yerlerde açık açık anlatılmıştır.
Özellikle, Cin süresinin son âyetlerinde bu husus apaçık ortaya konmuştur. "O gaip'ten haberdâr'dır. Kendi gaybından başkalarını haberdâr etmez. Fakat gaip'ten haber vermesi için seçtiği Rasûl'ler bundan müstesna'dır. O, O'nun önüne ve peşine muhafızlarını görevlendirir, ki böylece Rabb'lerinin mesajlarını (İnsanlara) ilettiklerini öğrenebilsin. Ve O onların bütün çevrelerini kapsamına almış ve her şeyi tek tek saymıştır."
(Cin; 26,27,28)
(Cin; 26,27,28)
Burada iyice düşünecek olursak, ümmetini ıslah eden ve ıslah edilenlere, peygamberlerin keşif ve ilhamı gibi değil, bir çeşit ikinci derecedeki keşif ve İlham'ın verilmesinin hikmetini anlamış oluruz. Birinci derecedeki ilhamın verilmemesinin sebebi, peygamberler ile ümmetleri arasındaki farkın tek bu hususa bağlı oluşudur. Zaten bu fark da ortadan kalkarsa, ikisi bir olur. Bunun ikinci sebebi de peygamberlerden sonraki hidayet silsilesini sürdürmektir. Nebi'lerden sonra davalarını sürdürmek isteyenler doğru yolun izlenmesi konusunda Allah'ın yardımına muhtaç olurlar, bunlar vahiy ile yollarını bulurlar. Aslında bu kolaylık bilinçsiz olarak her samimi ve sağduyulu din hizmetçisine ihsan edilmiş olur, ama birine de bu bilinç verilirse, bu mutlaka Allah'ın bir mükâfatıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder