Bu Blogda Ara

5 Mayıs 2015 Salı

Kazanmak mı? Kaybetmek mi?

Rahatlık, mutluluk, sevinç, neşe! Biz insanların bu dünyada aradığı veyada yaptığımız bütün işlerde yolun sonunun bu saydığım başlıklara çıkması için uğraşırız ama sonuç her zaman aynı olmaz. Hastalık, huzursuzluk, bitmek bilmeyen üzüntü, dertler ve daha ekleyebileceğimiz bir sürü başlık.

Birde bu saydığım başlıklar içinde nasıl yaşadığını bilmeyen hayatını menfaatler üzerine kurmuş veya yapısında menfaat olması karşılık olmadan olmaz diyenler var. Onlara kimsenin diyeceği bir şey yok.

İnsan dünya hayatındaki hatta kainatın en mükemmeli ve en şerefli varlığıdır. Bireysel olarak bu yazı okuyan kişi 5 dk düşünsün. Dünya bomboş, kasvetli hava yerine günlük güneşlik bir hava, hadi havayı senin istediğin seviye olsun üstüne üstülük yanına istediğin insanları getir, istediğin yaşam tarzı, ne varsa istediğin gibi.

Ne Sonuç çıktı ?

Sonuç bildiğimiz gibi 100 yıllıkta olsa canlıdan cansıza sonu olan bir mekanda olduğun için bitmesini istemediğin bir hayat ama maalesef bu mümkün değil.

Dünyayı kazançlı hale getirmek için ne gerekli, kaybetmek yerine sayılan üzüntü veya dertler sıkıntılardan nasıl sıyrılacağız. Hüzün ve duygularımızın yoğunluğu veya fıtratımız gereği insan üzerindeki psikoloji yaşantısındaki etkenlere göre değişiklik verebilir ama herne olursa olsun kazanmak mı? kaybetmek mi? diye düşünmeceğin %100 kazancın reçetesini Merhum Değerli Hocamız Mahmud Es'ad Coşan'dan okuyalım.

Sevmek çok güzel , çok tatlı, çok faydalı bir duygudur; dermansızı ihya kılar, huzursuzu, müsterih ve bahtiyar eder; insana iksir gibi, vitamin gibi, yarar, muazzam bir gayret ve şevk verir, içini enerji doldurur, zor şartlara sabır ve tahammül ettirir, azmi artırır gayeye varmada sebatkar eyler; hayatta her işinde üstün başarılı olmasını sağlar.

Hele sevgi, güzellerin en güzeli, her türlü kemal ve cemalin sahibi, her cins güzelliğin mucidi ve cümle güzelliklerin halıkı, alemlerin Rabbı Allahü taala hazretlerine karşı olursa...

Hayattaki en büyük kazanç ve başarı marifetullaha ve mahabbetullaha erebilmek ve böylece de Allahü teala hazretlerinin sevgisini ve rızasını kazanabilmektir. En büyük insan, Allah'ı en çok seven ve O'nun tarafından en çok sevilen insandır.

Kur'an-ı Kerim'de:

"Eğer Allah size yardım ederse, hiçbir kimse size galip olamaz (sizi yenemez, mağlup edemez); eğer sizi hizlana duçar ederse (yardımsız bırakır, desteğini çeker, terk ederse) artık o zaman size, O'nun yardımı olmaksızın, kim yardım edebilir?!!" buyuruluyor.

Yani yardım, zafer, galibiyet, nusret, avn ü inayet, hıfz u himaye, izzet ü şevket, hakimiyet, satvet ü saltanat Allah'dandır. O'nun lütfu, ikramı ve ihsanıdır; O'nun izni, takdiri, müsaadesi, iradesi olmadan olmaz: Çünkü mülkün (egemenliğin) sahibi, kainatın, hadisatın ve şu(natın halıkı, alemlerin müdebbir ve mutassarrıfı, olanı olduran, öleni öldüren, ateşi yandıran söndüren, insanları kaldıran indiren, ikbal ve idbarı, izzet ve zilleti alan ve veren sadece ve sadece O'dur. Bunun için bizler, namazlarımızın Fatiha surelerinde günde en aşağı 40 defa "Ancak sana ibadet ederiz, ancak Senden yardım dileriz, ya Rabbi"deriz.

Demek ki müslüman topraklarında yani Kafkasya'daki, Hindistan'daki, Almanya'daki, Seylan'daki, Somali'deki, Filistin'deki, Suriye'deki, Irak'daki... acı ve feci olaylar, katliamlar, vahşetler, dehşetler de Allah'tandır. Kesinlikle O'ndandır çünkü biliyor ve dilimizle söylüyoruz ki. "Hayrihi ve Şerrihi minallahi te(la": "Kaderin, mukadderatın başımıza getirdiği cümle işler, ister hayr ister şerr görünümünde tecelli etsin, hepsi Allah'tandır."

Ama niye bu felaketler?

Çünkü müslümanlar genellikle dinlerinin özünün unuttular, ana hedeften saptılar, dinin emirlerini korkunç bir umursamazlıkla ihmal ettiler, şeriatın yasaklarını fütürsuzca çiğnediler; kafirler gibi dünyaya daldılar; ahireti unuttular, fani ve boş, faydasız ve gereksiz şeylerle oyalandılar; küçük dünyevi menfaatçilerle tatmin oldular; "İslam kardeşliği"nin gereğini yapmadılar, birbirleriyle birleşip yardımlaşmadılar; aksine birbirleriyle didiştiler, tefrikaya düştüler, yanlış reisler edindiler, politikada başlarındaki hain ve zalimleri desteklediler, emr-i maruf, nehy-i münker, irşad ve tebliğ vazifesini ihmal ettiler; alimlerin ve mürşidlerin sözlerini tutmadılar, onlara karşı geldiler, asi oldular, tasavvufu reddedip küstahlık yaptılar; masiva'yı sevdiler, marifetullah ve mahabbetullahı tahsile çalışmadılar, kainatın halikı yüce Allah'ın dostluğunu kazanmada gayret göstermediler...

Bunlar İslam ahkamı ve prensipleriyle taban tabana zıd durumlar; İslam bu, zamane müslümanlarının zihniyetlerinde, yaşantılarında ve hareketlerinde, görülenden çok farklı, çok değişik bir hayat tarzı... "Eyne s-ser( minessüreyya" nerde bu yerdeki toprak; nerde semadaki Süreyya yıldızı!?!

Müslümanlar işte bunun için Allah'ın sevgisini, lütfunu, yardımını, desteğini kaybettiler; kahrına, gazabına uğradılar, ceza ve bela çekmekteler..


Çare ne?


Tek ve yegane çare, tekrar öz ve has, tam ve halis İslam'a dönmek, bozuk ve dejenere zamane müslümanlığından kurtulup, sahabe müslümanlığına sarılmak; isyanı bırakıp Kur'an'a sarılmak, haramları ve günahları derhal terk edip, aşk ve sıdk ile tevbe-i nasuhlar eylemek, pişmanlık ve zari ile istiğfar edip, afv dilemek, sadakatlar verip, adaklar adayıp, hayırlar yapıp, Allah'ın rızasını tekrar kazanmağa çalışmak; dinin emirlerini ihl(sla tutup yasaklarından titizlikle kaçınmak; pasif müslümanlıktan sıyrılıp, aktif ve faal müslüman olmak; ahireti sevip, cenneti arzulamak, dünya sevgisini bırakıp cehennemden şiddetle sakınmak; zikrullaha cehd edip seyr-i sülükü tamamlamak, arif-i kamil, aşık-ı sadık ve mühibb-i muhlis haline gelmek.. yani böylece davranış ve yaşayışını tashuh ve tadil ederek Allahu te(l( hazretlerinin sevgi ve rızasını elde etmek...

Çünkü iki cihan saadet ve sel(metinin sebebi, temeli, aslı ve kaynağı sadece ve sadece budur.

Hiç yorum yok: