Allah Teâlâ insanı iki muhtelif şeyden yaratmıştır.
Birincisi
cisimdir ki bu zulmânî, kesif [katı, donuk, yoğunluğu bulunan] sonradan
meydana gelen ve bozulmayla yüzyüze olan, organik ve kimyasal
bileşiklerden oluşan ve de varlığının devamını haricî faktörler olmaksızın
sağlayamayan mürekkeb bir yapıdır.
Diğeri ise, münîr [aydın], idrak eden,
fail, muharrik hareket ettiren], müessir, cisim ve organları tamamlayan müfred
(tekil) bir cevher olan ruhtur.
Allah Teâlâ cesedi besin maddelerinden
meydana getirdi ve kanın molekülleri ile büyüttü. Bu binanın temelini kurdu,
direklerini dikti, etrafını sınırladı ve kendi emrinden mükemmel ruh cevherini
onda ortaya çıkardı.
Bu ruhla, gıdaya ihtiyaç duyan, şehveti ve gazabı
harekete geçiren, kalpte bulunan ve vücudun bütün azalarına duygu ve hareket
dağıtarak hayatın devamını sağlayan kuvveti kastetmiyorum. Çünkü, vasıflarını
saydığım bu ruha "hayvanî ruh" denir ki, his, hareket, şehvet ve gazap
kuvvetleri onun askerlerindendir.
Gıda isteyen, tasarrufa sahip, karaciğerde
bulunan kuvvete ise "tabii ruh" denir. Sindirim ve boşaltım bunun
emrindedir. Şekillendirme, üreme, büyüme (gelişme) ve tabii kuvvetlerin hepsi
bedenin hizmetindedirler. Beden de hayvani ruhun hizmetindedir. Çünkü beden,
kuvvetini hayvanî ruhtan almakta, onun hareket vermesiyle iş görmektedir. Ben
tek başına "ruh" kelimesini kullandığım zaman düşünme, hatırlama, hıfz,
tefekkür, temyiz özelliği bulunan, kalbî ve aklî idrake sahip, ilimleri kolayca
öğrenen, soyut tasavvurları kavrama kabiliyeti olan mükemmel cevheri
kastediyorum. Bu cevher diğer ruhların ve kuvvetlerin kumandanı olup, gerek
hayvanî ruh, gerek tabii ruh ve beden onun emrindedirler.
Nefs-i natıka da
denen bu cevherin her meslek erbabına göre bir ismi vardır. Hükema (filozoflar)
bu cevheri "nefs-i natıka"; Kur'an, "nefs-i mutmainne" ve "ilâhî emirle oluşan
ruh";mutasavvıflar "kalp" diye isimlendirmektedirler. İhtilâf
isimlerdedir. Mâna tek olup onda hiçbir ayrılık yoktur. Nefs-i natıka canlı,
faal, idrak eden bir cevherdir. Biz ne zaman yalın halde "ruh" veya "kalp"
kelimesini kullanırsak onunla bu cevheri kastederiz. Mutasavvıflar hayvanî
ruhu "nefis" olarak telakki ederler. Nefis kelimesi şeriatta da bu mânada
kullanılmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v) "En azgın düşmanın nefsindir" buyurmuş;
İsimler
arasındaki farkları anladıktan sonra bilmiş ol ki, ehl-i tahkik bu ruh cevherini
muhtelif ibarelerle tarif etmektedirler ve bu meyanda farklı görüşler
serdetmektedirler. İlm-i cedel ile meşhur olan kelâmcılar ruhu cisim olarak
addederler ve, "O, bu kesif cisme nazaran daha latif bir cisimdir" derler. Ruh
ile cisim arasında letafet ve kesafet farkı görürler. Bazıları ruhu araz sayar,
bazı tabipler bu görüşü benimser, bazıları da ruhu kan zannederler. Bu şahıslar
dar görüşleri ve kusurlu nazarlarıyla elde ettikleri bilgilerle kanaat edip,
diğer ihtimalleri araştırmadılar.
Ey kardeşim, bilmiş ol ki ruh; cisim, araz
ve cevher olmak üzere üç kısımdır:
Hayvanî ruh latif bir cisimdir. O, kalp
fanusuna konmuş yanmakta olan bir lamba gibidir. Kalp deyince, göğsün içinde
muallak (askıda, boşlukta) bir vaziyette duran konik (sanavberi, üçgen) şekli
kastediyorum.
Hayat bu lambanın ışığı, kan yağı, his ve hareket nuru,
şehvet harareti, gazap dumanı, gıdaya ihtiyaç duyan ve karaciğerde bulunan
kuvvet onun hizmetçisi, bekçisi ve vekilidir. Bütün canlılarda hayvanî ruh
mevcuttur. -Şunu da ilâve edeyim ki- insanın kendisi cisim olup, eserleri (fiil,
hareket, hal ve sıfatları) arazdır.
* Hayvanî ruh, ilimleri kavramaya güç
yetiremez. Bu ruh, her şeyi en güzel ve sanatlı bir şekilde yaratan Allah'ı ve
onları nasıl yarattığını idrak edemez. O, varlığı bedenin varlığına bağlı olan
bir hizmetçidir ki, bedenin ölmesiyle birlikte ölür. Kandaki maddelerin oranı
arttığı takdirde hararetin yükselmesiyle, bu oran eksildiği takdirde ise soğuğun
artmasıyla bu lamba söner. Lambanın sönmesi, bedenin ölmesi demektir.
Araz,
kendi başına var olamayıp ancak bir cevherle birlikte varlığını devam ettiren
şeydir, insan ve varlıklara ait bütün sıfatlar arazdır. Renk, hastalık, sıhhat,
soğukluk, sıcaklık, kuruluk, yaşlık, haraket, sükûnet gibi...
Yüce Allah'ın
hitap ettiği ve mükellef saydığı bu ruh değildir. Çünkü karada ve denizde
yaşayan bütün hayvanlar bu ruhu taşırlar; onlar mükellef olmadıkları gibi, dinî
emirlere muhatap da değillerdir. İnsanın mükellef ve [ilâhî hitaba] muhatap
oluşu kendisine özgü, fazladan bulunan başka bir şeyden dolayıdır ki bu da
nefs-i natıkadır. Bu nefs-i natıka şu âyetlerde zikredilmektedir:
"De ki:
Ruh, rabbimin emrindendir." 11 İsrâ 17/85.
"Ey nefs-i mutmainnei Rabbini razı
edecek bir halde ve sen de rabbinden razı olacak bir vaziyette O'na dön." 12
Fecr 89/27-28.
Yüce Allah'ın "emrimden" dediği bu ruh, cisim veya araz
olamaz. O, "akl-ı evvel", "levh", "kalem" kavramları gibi duyu organlarıyla
hissedilmeyen,
ancak akılla kavranılabilecek bir cevher, bir
ziyadır. Bize göre ruh, cevherlere ait vasıfları kabul edip bozulmayan,
dağılmayan, ölmeyen, bilakis şeriatın bildirdiği gibi bedenden ayrılan ve
kıyamet günü ona dönmeyi bekleyen bir şeydir. Felsefî ilimlerdeki kesin
deliller ve açık ispatlarla doğrulanmıştır ki "nefs-i natıka" cisim ve araz
olmayıp tam aksine sabit, daimî ve bozulmayan bir cevherdir.
Allah Teâlâ ruhu bazan emrine, bazan da zatına izafe ederek
şöyle buyurmuştur: "Ona kendi ruhumdan üfledim."13 "Deki:Ruh, rabbimin
emrindendir."14 "Biz, ona ruhumuzdan üfledik."15
13 Hicr 15/29.
14 isrâ
17/85.
15 Tahrîm 66/12
Allah Teâlâ cisim ve araz olup bozulan, zeval
bulan, değişen şeyleri zatına nisbet etmekten münezzehtir.
Peygamber
Efendimiz (s.a.v) ruh hakkında şöyle buyurmuştur:
"Ruhlar, teçhiz edilip
sınıflara ayrılarak sıralanmış askerler gibidir."
"Şehidlerin ruhları yeşil
kuşların kursaklarındadır.'
Araz, cevherin yok olmasından sonra
varlığını devam ettiremez, çünkü o bizatihi kaim değildir. Malûm olduğu üzere
cisim, madde ve suretle terkibi [bileşim] kabul ettiği gibi, tahlili de
[çözülme] kabul eder.
Âyetlerden, hadislerden ve aklî burhanlardan
anladığımıza göre nefs-i natıka bizatihi canlı ve mükemmel bir cevher olup
imanın sağlamlığı veya bozukluğu ondan doğar. Tabii ruh, hayvanî ruh ve bütün
bedenî kuvvetler onun askerlerindendir. Bu cevher, mevcudatın hakikatini,
malûmatın suretini onların zahiriyle ve zatıyla meşgul olmaksızın kavrar. Nefs-i
natıka şeytan ve melekleri görmeksizin onların mahiyetini nasıl kavrıyorsa, aynı
şekilde hiçbir insanı görmeksizin insanın hakikatini bilmeye muktedirdir. Şeytan
ve melek gibi varlıkların hissî olarak bilinmesinin zorluğuna rağmen nefs-i
natıka bunları görmeye ihtiyaç dahi duymadan idrak eder.
2. Bölümde Görüşmek üzere
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder