Bu Blogda Ara

16 Ağustos 2015 Pazar

Hz. Peygamberin Hayatı

Nübüvvet'ten Önceki Yaşantısı da Bir Delildir 3

Fakat tarih şahittir. Mekke'li kâfirler Hz. Peygamber (a.s.)'e her çeşit itham ve iftiralarda bulundular, ama hiçbiri, kendisinin nebi veya peygamber olacağını önceden sezdiğini iddia edemedi. Bunun dışında, Hazreti Muhammed (a.s.) Nübüvvete hevesli ve istekli değildi, halta benzeri bir beklenti içinde de
değildi. Çünkü peygamberliğe memur edilmesi tamamen bilmediği ve beklenmedik bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Hadislerde Hz. Peygamber'e ilk vahyin geliş keyfiyeti etraflıca anlatılmıştır. Cibril (a.s.) ile ilk buluşma ve tanışması ve "Alak" Sûresinin ilk âyetlerinin inişinden sonra, Hz. Muhammed
(a.s.)'in, sarsılmış halde, titreyerek ve soluk soluğa eve geldiği nakledilmiştir.

Evdekilere, "beni örtün, beni örtün" der. Biraz sonra toparlanmış gibi olur ve hayat arkadaşına başına gelenleri anlatır ve "canımdan korkuyorum" der. Ama zevcesi, "hayır, hiç korkmayın, sizi Allah hiçbir zaman zor duruma sokmayacaktır. Siz mazlumların haklarını verir, çaresizlere derman bulur, fakirlerin yardımına koşar, misafirleri ağırlar ve her hayır işe katılırsınız". Daha sonra kendisini Varaka bin Nevfel'e götürür. Nevfel, amca oğlu olup, okumuş, doğru sözlü bir Ehl-i Kitaptır. Varaka bin Nevfel bütün olayı öğrendikten
sonra hiç duraklamadan, "sana gelmiş olan varlık, Hz. Musa'ya da gelirdi. O bir melektir. Keşke ben genç olsaydım ve halkınızın sizi sürgüne göndereceği zamana kadar yaşayabilseydim. " Hz. Peygamber hayret içinde sorar: "Bu İnsanlar beni buradan çıkarır mı dersiniz?" Ve Varaka bin Nevfel cevap verir: "Evet, sizin gibi yanında bir şey getirmiş olan birine şimdiye kadar düşman olunmadığı vaki olmamıştır."

Bütün bu olay, sade ve basit bir insanın birden bire ve beklenmedik bir şekilde görülmemiş bir tecrübe geçirmesinden sonraki tabii halini bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Eğer Hz. Muhammed (a.s.) uzun zamandan beri peygamberliğe hevesli olup bunun için hazırlık yapmış olsaydı ve peygamberlik görevinin kendisine verilmesi için köşeye çekilip murakabelerde bulunmuş olsaydı, Hira mağarasında meydana gelen olaydan sonra mutluluktan uçar, derhal
dağdan şehre iner, yeni bir inanç ve güvenle ve hatta gururlu bir şekilde halkının karşısına çıkar ve kendilerine mesajını sunmaya çalışırdı. Fakat burada durum bambaşkadır.
Gördüklerine inanamamış, sapsarı bir yüzle titreyerek eve dönmüş, yorgana sarınmıştır. Biraz kendine gelince de mağarada başına gelenleri karısına anlatmış ve bunun ne olduğunu merak etmiştir. Bu hadise, O'nu öylesine sarsmıştır ki canının tehlikede olduğunu düşünmeye başlamıştır.

Nübüvvet'i önceden tasarlamış biri bunları yapabilir miydi? Ayrıca, kocasının durumu, düşünceleri ve yaşantısı hakkında karısından başka kime güvenebilir? Eğer karısı, kocasının öteden beri peygamberliğe heveslendiği ve her an bir
meleğin gelmesini beklediğini bilseydi, O'nun sözleri herhalde Hz. Hatice (r.a.)'ninkinden çok farklı olacaktı. O diyecek ki, "kocacığım, niye korkuyorsun? Beklediğin an işte geldi. İstediğin peygamberliğe kavuştun, sakin ol ve çık milletin karşısına ve de ki arlık bana itaat etmelisiniz, ben yeni bir mezhep, yeni bir tarikat kuruyorum, bütün hediye ve adaklarınızı bana getirin. Artık işimiz yolundadır." Sonra adaklar toplamaya ve maddi menfaat sağlamaya hazırlanacaktı. Fakat on beş yıllık müşterek hayalı O'na göstermişti ki kocası dürüst ve fedakâr bir insan olup hep başkalarının iyiliğini düşünmüştür.

Onun için O'na ne şeytan çarpmış, ne de Allah O'nu cezalandırmış veya güç durumda bırakmıştır. Gördüklerinin gerçek olduğuna o an inanmıştır. Aynı durum Varaka bin Nevfel için de geçerlidir. Varaka yabancı biri değildir. Hz. Peygamber'in akrabalarından biri olup Kureyş kabilesinin ileri gelenlerindendir. Ayrıca, okumuş bir Hıristiyan olarak Peygamberlik, Kitabullah ve vahiy konusunda hakiki ve gayri hakiki olanlar arasında ayırım yapacak şuura sahiptir. Yaşlı olduğu için, Hz. Muhammed (a.s.)'in bütün hayatı O'nun gözlerinin önünde geçmiştir. Hira mağarasında geçen olayı duyar duymaz kendisine gelenin bir melek olduğuna inanmıştır. O'na göre Hz. Muhammed (a.s.)'a
gelen melek, daha önce Hz. Musa'ya gelen meleğin vasfına sahip olup kendisine aynı şekilde vahiy getirmiştir. Varaka bin Nevfel, Hz. Musa'nın Allah'tan gelen mesajı, habersiz ve aniden aldığını hatırlayarak, kesin olarak o da, Hz. Muhammed (a.s.) olayında herhangi bir yalan, hile ve şeytanî oyun olmadığı sonucuna varmıştır.

Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliği lehindeki bu deliller sağduyulu ve gerçekçi bir insanın gözünden kaçmaz. Bu sebeplen dolayıdır ki, Kur'an-ı Kerim'de bu hususlar birkaç defa Hz. Muhammed (a.s.)'in Nübüvvet'inin lehinde
delil olarak kullanılmıştır. Meselâ, Yunus sûresinde şöyle buyurulmuştur:
"Ey Nebi, onlara de ki, Allah bunu istememiş olsaydı, ben bu Kur'an'ı size duyurmazdım. Hatla, O bununla ilgili hiçbir haber size vermeyecekti. Bir kerre, bundan önce ömrümü aranızda geçirmişimdir. Siz bu basit noktayı da anlamaz
mısınız?" (Ayet; 16)

Şûra sûresinde şöyle buyurulmuştur: "Ey nebi, sen bilemezdin, kitap nedir ve iman nedir? Ama Biz bu vahyi nur yaptık ve bununla kullarımızdan hangisine
istersek yol gösteririz." (Ayet; 52) 4[2]

Hz. Peygamber'in temiz hayatı, sahabelerin yaşantısındaki büyük değişikliğe O'nun vaaz ve telkinlerinin büyük etkisi ve Kur'an-ı Kerim'in dili, üslûbu ve içinde bahsedilen önemli meseleler, Allah'ın birer parlak işareti ve sağlam birer delilidir. Bu sebeple, geçmişteki peygamberlerin durumu ve kutsal kitaplara vakıf olan birinin Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliğinden şüphe etmemesi gerekirdi. "Allah tarafından bir resul temiz kitapları okuyup anlatır.

Bu kitaplarda doğru ve gerçek şeyler yazılıdır." (Beyyine; 2-3) Burada, Hazreti Peygamber'in kendisi aydınlatıcı bir delil olarak addedilmiştir. Zira, Nübüvvet'ten önceki ve sonraki hayatı, kendisinin ümmi olmasına rağmen, Kur'an-ı Kerim
gibi Mu'cizevi bir kitap sunması, talimatı ve telkinleri sayesinde binlerce ve yüz binlerce insanın hayatında müthiş bir değişiklik olması ve temiz bir hayal sürmek, tek Allah'a inanmak, güzel ahlâka sahip olmak, söz ve fiildeki birlik ve
dengeyi kurmak konusunda gösterdiği azim ve kararlılığı, bütün bunlar kendisinin Allah'ın Rasûlü olduğunun inkâr edilmez delilleriydi. 

[2] "Tefhim-ul Kuran", cilt 2, 3 ve 4'te bu mevzu daha teferruatlı şekilde
anlatılmıştır.

Gelecek Konu:  
Kur'ân-ı Kerim Mu'cizevî Bir Kelâm ve Peygamberliğin Delilidir

Hiç yorum yok: