Peygamberliğin Sona Erdiğini Kabul Etmeyenler İçin Ayetlerden Belgeler 2
Kur'an-ı Kerim'de şöyle deniliyor: "Allah'a karşı yalan uyduran ve ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Elbette suçlular hiçbir zaman iflâh
olmaz."(Yunus; 17)
Bazı akılsız kişiler yukarıdaki âyette geçen "felâh" kelimesini "uzun ömür", "dünyevi refah" ve "manevî huzur" olarak tercüme ederler. Bundan ötürü, peygamberliğini ilân etmiş bir kişinin, her ne kadar yalancı bir peygamber olsa da, iyi ve rahat bir hayat sürmesi, dünyada maddi refaha kavuşması, başlattığı fitnenin büyük bir kitle tarafından kabul edilmesi, şan ve şöhretinin artması halinde, kendisine ve peygamberliğine inanması gerektiği gibi çürük bir delille
ortaya çıkarlar. Bu kişilere göre, doğru ve hakiki bir peygamberin ölçüsü dünyevi ve uhrevi "felah”ıdır.
Onlara göre, sahte ve yalancı bir peygamber, maddi ve manevî huzur ve refaha kavuş-muşsa hakiki bir peygamberdir. Yine aynı kişilere göre "iflah olmayan bir kişi" sahte ve yalancı peygamberdir. Bu ahmakça delil; ancak Kur'an-ı Kerim'de
kullanılan "felah" terimini bilmeyen, Allah'ın suçlular için uygun gördüğü imhâl (mühlet verme) kanununa vakıf olmayan ve hangi siyak ve sibakla bu kelimenin kullanıldığını idrak edemeyen biri tarafından ileri sürülebilir.
Öncelikle şunu bilmekte yarar vardır ki, "suçlular hiçbir zaman iflah olamaz" ibaresi bir peygamberlik ölçüsü olarak kullanılmamıştır. Onun için, bir kişi refah içinde yaşamış ya da yaşamamış, bu onun peygamberliği için ölçek olamaz.
Burada anlatılmak istenen husus, suçluların iflah olup olmamasıdır ve kullanılan ifade şudur: "Mücrim veya suçluların hiçbir zaman iflah olamayacağını çok iyi biliyorum.
Onun için böyle bir suç işlemek ve yalan yanlış yerde peygamberlik payesine yükseldiğimi ilân etmek istemiyorum.
Fakat sizin hakiki bir nebiye yalancı damgası vurduğunuzdan eminim. Bu yaptığınız suçtur ve bu suçla bir zaman iflah olamazsınız."
Ayrıca, Kur'an-ı Kerim'de "felah" kelimesi sadece "dünyevi huzur ve refah" gibi mahdud bir manada kullanılmamıştır. Aksine, "felah" dünyevi hayatın ilk
safhalarında başarı ihtimalleri çok az görülmesine rağmen, sonu hiçbir zaman hüsran olmayan, daimi bir muvaffakiyet ve saadet demektir. Sahte bir peygamberin dünyada rahat ve bolluk içinde, para-pul ve şan-şöhret sahibi olması pekâlâ mümkündür.
Ne var ki Kur'an-ı Kerim açısından bu bir "felah" değil, "hüsran" ve başarısızlığın ta kendisidir. Bunun tam aksine, Hakk'a davet eden hakiki bir peygamber dünyada her türlü baskı ve zulme uğrayarak, bin bir eziyet çekerek, hiçbir
taraftar toplamadan bu fani dünyadan göç edebilir. Ama görünüşteki bu başarısızlık Kur'an-ı Kerime göre "felah" ve "saadetin ta kendisidir.
Buna ilâveten, Kur'an-ı Kerim'de yer yer Allahu Teâlâ'nın suçluları yakalamakta acele etmediği sarahatle beyan edilmiştir. Allah (c.c.) günahkâr ve suçlu insanların kendilerine çekidüzen vermeleri için geniş imkânlar tanır.
Verdiği mühlet bazen yanlış yorumlanır ve kötüye kullanılır. Günahkârlar daha çok günah işler, bataklığa iyice batarlar. Allah böylelerine daha büyük fırsatlar verir, hatta onlardan pek çok nimetlerini esirgemez. Nimetlerin bolluğunu gören şirretli kişiler nefislerinin bütün çirkinliklerini ortaya dökerler, ta ki kedilerine uygun görülen ağır cezalan tamamıyla hak etsinler.
O halde sahte ve yalancı bir peygamberin ipi uzatılıyor ve kendisi dünyevi zenginlik ve nimetler içinde yüzüyorsa, uydurduğu yalanları doğru olarak kabul etmek büyük bir yanlıştır. Allah'ın uyguladığı suç ve ceza kanunları herkes için
eşittir ve bunlar sahte nebiler için de aynen uygulanmalıdır.
Hepimiz biliyoruz ki, Şeytan'a kıyamete kadar mühlet verilmiştir. Fakat bu mühlete bağlı olarak, her türlü oyun ve şirretliğine izin verileceği, ancak sahte bir nebiyi ortaya çıkarınca buna müsaade edilmeyeceği veya sahte peygamberliğin hiçbir zaman yaşamayacağı gibi herhangi bir
şart ileri sürülmemiştir.
Belki de, yukarıda bahsettiğimiz ayet-i kerimeye cevap olarak bazı kimseler Hâkka suresinin 44-47 âyetlerini karşımıza çıkarabilirler: "Eğer Muhammed adımıza düzmece bir şey söyleseydi, Biz onun elini tutar, onun kalp damarını
keserdik". Fakat burada belirtilmek istenen şey, gerçekten Allah'ın Rasûlü olan bir kişinin, kendi tarafından bir yalan uydurup bunu başkalarına Allah'ın vahyi imiş gibi sunmaya çalışması halinde derhal yakalanacağıdır.
Bu ayete bakarak, nübüvvet iddiasında bulunan birinin yakalanmayışının onun
hakiki bir peygamber oluşunun delili olduğunu söylemek mantıkî bir hatadır. Burada Allah'ın suç ve ceza kanununun istisnasız uygulanmasına dair kayıt sadece doğru ve hakiki peygamber ile ilgilidir. Sahte bir peygamber için kanunların aynen uygulanması şart değildir. Bu noktayı şu misal ile açıklamaya çalışalım:
Bir hükümet, devlet personeli için bir kanun çıkarıyorsa bu kanun belli ki sadece devletin hizmetinde olan memur ve işçileri kapsayacaktır. Şimdi bir dolandırıcı başkalarına kendini devlet görevlisi olarak tanıtır ve bu yolla bir takım menfaatler sağlamaya çalışır ve yakalanırsa, buna devlet personel kanununa göre mi muamele edilecek, yoksa hakkında ceza kanununun ilgili maddeleri
uyarınca mı dava açılacaktır. Kendisi devlet memuru ve işçisi olmadığı için gayet tabii ki devlet personel kanunu kendisini bağlamaz ve neticede kendisi memlekette yürürlükte olan diğer kanunlara göre yargılanıp cezalandırılacaktır.
Ayrıca, Hakka sûresinde, bir kişinin kalp damarının kesilmesi, peygamberlik kıstası olarak beyan edilmemiştir. Yani gaipten uzanan bir el, peygamberlik iddiasında bulunan birini boğazlamasa kendisi hakiki peygamberdir diye bir kural
yoktur. Aynı şekilde aksini iddia etmek de yanlıştır. Bir nebi veya peygamberin doğru olup olmadığı sireti, vaazı, telkini, talimatı ve bıraktığı eserlerle ölçülüdür, bu tür saçma sapan tevil ve kelime oyunuyla değil.
Gelecek Konu: Son Peygamber'den Sonra Nübüvvet İddiası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder