Dünya coğrafyasını alın, gözden geçirin. Kuş bakışı bir gözlem bile, bütün dünyada peygamberlik için Arabistan'dan daha uygun bir yer olmadığı ve olamayacağının anlaşılması için yeterlidir. Arabistan, Asya ile Afrika'nın tam ortasında olup Avrupa'ya da çok yakındır. Özellikle, orta çağlarda Avrupa'nın pek çok uygar uluslarının genellikle Avrupa'nın güneyinde yaşadıkları göz önünde bulundurulursa, Arabistan'ın stratejik önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Güney
Avrupa'nın Arabistan'a uzaklığı Hindistan'ınki kadardı. O çağın tarihini okuyun. Göreceksiniz ki peygamberlik için Arap milletinden daha uygun bir millet yoktu. O zamana kadar pek çok millet şan ve şöhret kazanmış, sonra muhtelif zaaflara kapılarak tarih sahnesinden silinmişlerdi. Arap milleti ise genç ve dinç olup, benliğini henüz kazanmamıştı. Medeniyet ve kültür diğer kavimleri yozlaştırmış, henüz uygarlığın meyvesini tadamadığı için, rahata ve lükse alışamamış, dolayısıyla, uygarlığın zararlarından da etkilenmemişti. Altıncı yüzyılın Arap'ları medeniyetin zararlı tesirlerinden uzak kalmış, pek çok meziyetlere sahiptiler.
Onlar cesurdu, yiğitti, mertti, cömertti, doğru sözlüydü ve vaatlerini yerine getirirlerdi. Düşünceye saygılı, hür ve hürriyet sever, namuslu ve haysiyetli insanlardı.. Namusları için canlarım feda etmekten çekinmiyor, sade ve basit hayat sürüyor ve her türlü lüksten kaçınıyorlardı. Şüphesiz onların bazı kötü tarafları da vardı. Çünkü yaklaşık olarak 2500 seneden beri onlara herhangi bir peygamber gelmemişti.
Durumlarını düzeltecek onlara iyi ahlâk ve medeniyetin kurallarını öğretecek bir lider de yoktu. Asırlardan beri çölde yaşadıkları için çeşitli batıl inanç ve hurafeleri kabul etmişlerdi. Cehalete öylesine saplanmışlardı ki onları adam
etmek kolay değildi. Fakat yine de asıl cevherleri yok olmamıştı. Fevkalâde kuvvetli ve kabiliyetli bir lider ve büyük bir dahi onlardaki bu cevheri bulup, pekâla emsalsiz bir millete dönüştürebilirdi.
etmek kolay değildi. Fakat yine de asıl cevherleri yok olmamıştı. Fevkalâde kuvvetli ve kabiliyetli bir lider ve büyük bir dahi onlardaki bu cevheri bulup, pekâla emsalsiz bir millete dönüştürebilirdi.
Böyle üstün yetenekli bir önderin öğretisiyle, çöldeki bu bedeviler dünyaya meydan okuyabilecek ve büyük bir ideal uğruna dünyayı hakimiyetleri altına alabilecek güçteydiler. Gerçekten, cihan Peygamberi'nin (a.s.) talimatının her tarafa yayılması için işte böyle genç ve dinamik bir millete ihtiyaç vardı.
Sonra Arapçaya bakın. Bu dili öğrenir, dilin edebi hazinesini bilirseniz, ilâhi emir ve buyrukların en ince noktalarına kadar ulvi bir ifade ile anlatılması ve insanların kalbinde heyecan ve dehşet yaratılması için bundan daha uygun bir lisan olmayacağına kani olursunuz. Arapça ile çok derin ve bilimsel konular, birkaç kelime ve cümleyle ifade edilebilir. Sonra, bu cümlelerde öyle büyük hitabet ve tesir gücü var ki, bunlar dinleyicinin yüreğine adeta bir ok gibi işler.
Bazen ifadeler öylesine tatlı ve yumuşak olur ki, cazibesine kapılmanız işten bile değildir. Bazen Arapçayı duyunca bir musiki dinlediğinizi hissedersiniz. Doğrusu,
Kur'an-ı Kerim gibi yüce bir kitap için böyle bir dile ihtiyaç vardı. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki Allahu Teâlâ, iki cihan Peygamberi'nin biseti için Arabistan'ı seçti. Bir millet asırlarca cehalet, dalâlet, geri kalmışlık ve ahlâksızlığın batağında kıvranıyor. Birden bire Allah'ın rahmetiyle o millete bir lider ve önder doğuyor ve hemşehrilerini doğru yola çağırıyor. Bu lider, yanında getirdiği Allah'ın kitabıyla milletini gaflet uykusundan uyandırıp cehalet, batıl inanç ve evhamı bırakıp Allah'ın yolunu takip etmeleri için ikna etmeye çalışıyor.
Ama bu milletin akılsız ve ahmak insanlarıyla çıkarları tehlikeye giren kabile reisleri bu yeni lidere şiddetle karşı çıkıyor ve kendisini başarısız kılmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Kur'an-ı Kerim gibi yüce bir kitap için böyle bir dile ihtiyaç vardı. İşte bu sebeplerden dolayıdır ki Allahu Teâlâ, iki cihan Peygamberi'nin biseti için Arabistan'ı seçti. Bir millet asırlarca cehalet, dalâlet, geri kalmışlık ve ahlâksızlığın batağında kıvranıyor. Birden bire Allah'ın rahmetiyle o millete bir lider ve önder doğuyor ve hemşehrilerini doğru yola çağırıyor. Bu lider, yanında getirdiği Allah'ın kitabıyla milletini gaflet uykusundan uyandırıp cehalet, batıl inanç ve evhamı bırakıp Allah'ın yolunu takip etmeleri için ikna etmeye çalışıyor.
Ama bu milletin akılsız ve ahmak insanlarıyla çıkarları tehlikeye giren kabile reisleri bu yeni lidere şiddetle karşı çıkıyor ve kendisini başarısız kılmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Yıllar geçtikçe bu kötü niyetli insanların kin, nefret ve düşmanlığı had safhaya ulaşıyor ve en nihayet yeni lideri öldürmeye karar veriyorlar. Tam bu sırada, Allahu Teâlâ bu bedbin ve kinci insanları sert bir şekilde ikaz ediyor ve diyor ki: "Sakın, budalalığınızla bir şeyin halledileceğini sanmayın. Sanmayın ki sırf bu yüzden sizi yola getirmekten vazgeçeceğim. Yüzyıllardan beri içinde bulunduğunuz bataklıktan sizi kurtarmayacağım hissine kapılmayın. Rahmetimin gereğinin bu olduğunu mu sanıyorsunuz? Hiç düşündünüz mü, Allah'ın rahmetine sırt çevirip batıl inançlarda ısrar etmeniz sizi nereye götürecek?
Sizi ne gibi bir akibet bekliyor, hiç düşünmeye çalıştınız mı?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder