Bismillahirrahmanirrahim
Yüce Rabbimiz şöyle
buyuruyor: “Her insanın amelini boynuna yükledik.
Kıyamet günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir
kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını, bugün hesap sorucu
olarak sana nefsin yeter’ denilecektir.
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s)
şöyle buyuruyor: “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş
şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir
yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl
tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından,
malını/servetini nereden kazanıp nerelere
harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.”
Hayatta hep yüz yüze olduğumuz hâlde bir türlü
idrakine varamadığımız bir gerçek vardır: Ölüm ve ötesi.
Oysa Peygamberimiz (s.a.s) bir hadislerinde, “Ağız tadını
kaçıran, lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayın. buyuruyor.
Şöyle geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki
zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalim-mazlum nice
insanlar bu dünyadan gelip geçtiler. Birçoğunun yerinden
yurdundan eser bile kalmadı. Her geçen gün bir sevdiğimiz
bizi bırakıp gidiyor. Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp
gitmek için her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz.
Şurası bir gerçektir ki bugüne kadar ölümden yakasını
kurtaran hiçbir insan yoktur. Her geçen gün yıpranan
bedene, ağaran saça dur demek mümkün değildir. İstesek de
istemesek de doğumla geldiğimiz bu dünyadan ölümle
ayrılıp gideceğiz.
Bu gerçeği Yüce Rabbimiz bizlere şöyle
bildiriyor: “Nerede olursanız olun, sağlam ve
güçlendirilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size
ulaşacaktır. “Her canlı ölümü tadacaktır.
İmanın altı esasından biri de ahirete inanmaktır.
Ahiret yurdu, bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını
bulacağımız, hâlimize göre mükâfat ya da azap göreceğimiz
yerdir. Öyle ki artık dünyaya geri dönüş yok; herkes bu
dünyadaki amelinin karşılığını eksiksiz görecektir. Kimseye
haksızlık da yapılmayacaktır. Yüce Allah bu hakikati şöyle
dile getirmektedir: “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır
işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre
ağırlığınca kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”
Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme hakkımız
olmayacaktır. Zira karşımıza çıkan kendi işlediklerimizden
başkası değildir. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle
buyuruyor: “Artık kitap (amel defteri) ortaya
konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya
kapılmış olarak, ‘Vay halimize! Bu nasıl kitapmış!
Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp
dökmüş!’ dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını
karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye
haksızlık etmez.”
O günün manzarasını yine Yüce Yaratıcının
kelâmından dinleyelim: “Kişinin kardeşinden, anasından,
babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün
kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o
gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O
gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlar, güler
sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki toz toprak
içindedir. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar
kâfirlerdir, günaha dalanlardır.”
İnsan, tabiatı gereği dünyaya düşkündür, âhireti ise
hatırından uzaklaştırma eğilimindedir.
İnsanoğlunun
ölümden hoşlanmamasının, ondan ürkmesinin en önemli
sebebi, dünyaya olan aşırı tamah, ölümün ve âhiretin
unutulup hazırlık yapılmaması, günah ve isyan karanlığında
hakikat ışığının görülememesidir. Oysa Allah Rasûlü
(s.a.s)’nün uyarısı çok ağırdır: “…(Gaflete) dalan, gülüp
oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan
kul ne bedbahttır! Azan, haddi aşan, nereden geldiğini
ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır!”
Hiç düşündük mü? Neden dünyamızda kötülükler,
zulümler, haksızlıklar, katliamlar, savaşlar, cinayetler,
öldürmeler, suçlar bir türlü sona ermiyor? Neden hırsızlık,
arsızlık, edepsizlik, fuhuş, zina, taciz, uyuşturucu, alkol,
kumar hiç azalmıyor? Neden yalan, dolan, gıybet, iftira hiç
eksik olmuyor? Neden insanlar tabiata, çevreye ve diğer
canlılara sürekli zarar veriyor? Neden insanlardaki daha çok
kazanma, daha çok tüketme, daha çok sömürme, daha çok
eğlenme hırs ve tutkusu, ikiyüzlülük, bencillik, haset,
intikam, kin ve öfke bir türlü sona ermiyor?
Bu soruların birçok cevabı yanında çok önemli bir
cevabı var: Ölüm, ahiret ve hesap çoğu zaman aklımıza
gelmiyor. Ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ettiğimiz
anlar oluyor. Unutmayalım ki günah ve haramlardan
uzaklaşıp sevaplara, hayırlara ve iyiliklere yönelmek için
ölümü, ahireti ve hesabı daima hatırda tutmak gerekiyor.
Kardeşlerim,
Dünya pazarında hiçbir şey karşılıksız verilmezken,
ebedî âlemde vaat edilen nimetler çalışmadan,
hazırlanmadan kazanılır mı? Mademki ölüm var, ahiret var,
hesap var, mizan var, sırat var, cennet var, cehennem var;
öyleyse ölüme, ahirete ve hesaba hazır olalım! Hesaba
çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim!
İsrâ, 17/13-14.
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1.
Nesâî, Cenâiz, 3.
Nisâ, 4/78.
Âl-i İmrân, 3/185.
Zilzâl, 99/7-8.
Kehf 18/49.
8 Abese, 80/33-42.
Kıyâmet, 75/20-21.
Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme,
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Kaynak www.istanbulmuftulugu.gov.tr/hutbeler/2015/subat/27.02.2015-Olum-ve-Otesi.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder