Bu Blogda Ara

Cuma Hutbesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cuma Hutbesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Sayılı Nefeslerimizi Tüketirken

Aziz Müminler! Ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, güçlüdür, bağışlayandır.” 1 

Hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.”2 

Kardeşlerim! Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken yere dörtgen bir şekil çizdi. Sonra o şeklin ortasından dışarı uzanan bir çizgi ve o çizgiye bitişen başka çizgiler çizdi. Ardından, kendisini meraklı bakışlarla seyretmekte olan ashaba dönerek bunların ne anlama geldiğini şöyle açıkladı: “Bu dörtgenin ortasındaki çizgi insandır. Dörtgen de insanın ecelidir ve onu kuşatmıştır. Diğer çizgiler ise insanın arzu ve tutkularıdır. İnsan, bu arzu ve tutkuların peşinde koşup dururken, ecel ansızın onun önünü keser ve onu alıp götürür.” 3 

Kıymetli Kardeşlerim! Allah Resulu (s.a.s), bize bahşedilen hayatı, hayata dair yaptığımız işleri ve bu emelleri ansızın sonlandıran ecelimizi,böylesi veciz bir benzetmeyle anlatıyordu. Pek çoğumuzun bitmeyecek sandığı şu kısacık hayatın, aslında göz açıp kapayacak kadar bir zamanda yaşanıp tükeneceğine işaret ediyordu.Ecelin çevreleyip kuşattığıinsanın, ebedi özgürlüğe ancak iman, salih amel;helal ve haramlara riayet etmekle ulaşabileceğini vurguluyordu. Kardeşlerim! Her bir anımız, her bir saniyemiz aslında en kıymetli sermayemizdir. Hayat, bu sermayenin ya kazanıma dönüştürülmesi ya da beyhude tüketilerek heba edilmesidir. Şüphesiz, iyi ve güzel işler yaparak sorumluluk bilinciylegeçirilen bir ömür, Allah katında kazanca dönüştürülmüş bir ömürdür. Haramların, kötülüklerin esaretinde tüketilmiş bir ömür ise heba edilmiş bir ömürdür. 

Kardeşlerim! Bize emanet edilen hayat yolculuğunda zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ömür sermayemiz tükeniyor. Zamanını, mekânını ve nasıl olacağını bilemediğimiz o malum sonla bir gün hepimiz yüzleşeceğiz. O an gelecek, fani dünyadan baki âleme göç edeceğiz. İşte ömür sermayemizden bir yılımızı daha geride bıraktık. Yeni bir yılın eşiğindeyiz. Hayat defterimizden bir sayfayı daha eksiltmek üzereyiz. Yarınlara dair planlar yapıyor, hayaller kuruyoruz. Ancak bu noktada hepimize önemli bir vazife düşüyor. Her birimizin, dünümüz ve bugünümüzün muhasebesini yapması gerekiyor. O büyük gün gelmeden, fırsat elden gitmeden, sayılı nefeslerimiz tükenmeden kendimizi sevap-günah, hayır-şer, iyi-kötü konularında hesaba çekmemiz gerekiyor. Öyleyse geliniz, hep birlikte kendimize şu soruları soralım ve cevabıkendi iç dünyamızda arayalım: Ömür sermayemizi nasıl tüketiyoruz? Hayatımızı Rabbimizin razı olacağı şekilde değerlendirebiliyor muyuz? Hevâ ve heveslerimizi dizginleyebiliyor muyuz? Dünya meşgalesine esir olmaktan kurtulup ruhumuzu özgürleştirebiliyor muyuz? Zihnimiz kötü düşünceye, dilimiz kem söze, elimiz zararlı işe kapalı mı? Yoksa dilimizle kardeşimizi incitiyor, elimizle yaralıyor, hâsılı gönüller yıkıyor muyuz? Kalbimizi, Resul-i Ekremin insanlığa takdim ettiği merhamet, şefkat, nezaket, adalet, hak ve hakikatin merkezi yapabiliyor muyuz? Yoksa üzerimizde taşıdığımız kul hakkının ağırlığı, omuzlarımızı çökertip yüreklerimizi tüketiyor mu? Yetimlere, öksüzlere, gariplere, kimsesizlere kol kanat gerebiliyor muyuz? Yoksa onları, umursamaz bir edayla yalnızlığa, gizli köşelerde gözyaşı akıtmaya mı terk ediyoruz? Komşumuzun, yakınlarımızın, kardeşlerimizin derdiyle hemhal olabiliyor muyuz? Yoksa külfet olurlar endişesiyle kendileriyle aramıza görünmez duvarlar mı örüyoruz? İslam dünyasını kasıp kavuran, kardeşi kardeşe kırdıran fitne ateşi, bizim kalplerimizisızlatıyor mu? Çocukları, kadınları, yaşlıları, masum canları hedef alan silahlar, onların başına atılan tonlarca bombalar bizim de yüreklerimizi dağlıyor mu? Yoksa modern dünyanın ürettiği kendinden başkasını düşünmeme hastalığı gözümüzü kör, kulağımızı sağır edip vicdanımızı esir mi aldı? Kardeşlerim! Acısıyla tatlısıyla geride bırakılan bir yılın bu sorularla muhasebesinin yapılması gereken saatler ne acıdır ki bir takım yanlışlarla heba edilmektedir. Tüketim çılgınlığı, haz ve eğlence kültürü teşvik edilerek başta gençlerimiz olmak üzere milletimizi var eden yüce değerler yozlaştırılmaya çalışılmaktadır.


Dünyanın farklı coğrafyalarında kimileri hayatta kalabilme mücadelesi verirken dünyayı bir eğlence gezegeninden ibaret görmek ne hazin bir manzaradır! Kardeşlerim! Geliniz! Bugünümüz, ömrümüze işaret koyacağımız gün olsun. Sermayemiz güzel ahlakımız ve salih amellerimiz olsun. Ecelimiz gelmeden evvel, dünümüzü ve bugünümüzü bir kez daha gözden geçirelim. Yarınlarımıza dair hayallerimiz, hesabını veremeyeceğimiz hayaller olmasın. Sayılı nefeslerimizi, kayıplara, ah vahlara, hüsrana değil, ebedi bir hayatın kazanılmasına vesile kılalım. 

Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hikmetli tavsiyesiyle bitirmek istiyorum: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın.” 4 

1 Mülk, 67/2. 
2 Buhâri, Rikâk, 1. 
3 Buhârî, Rikâk, 4. 
4 Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

18 Aralık 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Rahmet ve Merhamet Yüklü Adalet Peygamberi

Aziz Kardeşlerim! Allah Resulü (s.a.s), ashabıyla birlikte Mekke‟yi fethetmeye gidiyordu. Bir ara, Ensar‟ın sancaktarlığını yapan Sa‟d bin Ubâde‟nin dilinden intikam dolu şu sözler döküldü: “Gün, savaş ve intikam günüdür. Gün, kanakıtmanın helal olduğu gündür…” Bu sözleri duyan Rahmet Elçisi, hemen harekete geçti. Sancağı Sa„d‟dan alarak başka bir sahabîye verdi. Ardından ashabına döndü ve şöyle dedi: “Gün, merhamet günüdür. Gün, kan akıtmanın haram olduğu gündür…” 1 

Aynı şekilde Efendimiz, ordusuyla Mekke‟ye hareket halindeyken yeni doğurmuş, yavrularını emziren bir köpek gördü. Rahmet Elçisi, devesinden inerek bir sahabîyi bu hayvanın başında nöbet beklemek üzere görevlendirdi. Ta ki ordu, buradan geçinceye kadar, hayvan ve onun yavruları zarar görmesin diye. Tam o noktada ashaba dönerek şöyle dedi: “Yerdeki bütün mahlukatamerhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.” 2 

Kardeşlerim! Önümüzdeki Salı‟yı Çarşamba‟ya bağlayan gece Efendimiz (s.a.s)‟in dünyayı teşrifleri vesilesiyle Mevlid Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Tüm insanlığın, Peygamberimizin yüce örnekliğinden nasibini almasınıCenab-ı Mevlâ‟dan niyaz ediyorum. Rabbimiz, gönlümüzde var olan peygamber sevgisini hiçbir zaman eksik etmesin. Bizi onun eşsiz örnekliğinden mahrum bırakmasın. 

Kardeşlerim! Resul-i Ekrem Efendimiz, az önce zikrettiğim hikmet ve insafla müzeyyen sözleriyle on dört asır öncesinden tüm insanlığa büyük bir ders veriyordu. İnsana yakışanın yüreğini kin, nefret ve intikam ateşiyle tüketmek değil; sevgi, saygı, merhamet ve affın güzelliğiyle tezyin etmek olduğunu haykırıyordu. Efendimizi âlemlere rahmet kılan ve ahlakta yüce tutan, onun bu anlayış ve tavrıydı. O, insanlığın yolunu, insanların gönül ve zihinlerini aydınlatan bir kandildi. O, bir müjdeciydi;Allah‟a hakiki anlamda kul olan, insanî değerleri yaşayıp yaşatanlara büyük mükâfatlar olduğunu haber veriyordu. Bir uyarıcıydı o; insana Rabbinden, fıtratından, ahlak ve erdemden uzaklaşmamasınıhatırlatıyordu. 

Değerli Kardeşlerim! Nübüvvet zincirinin son halkası olan Efendimiz (s.a.s), insanlığı bir olan Allah‟a inanmaya ve yalnızca O‟na kul olmaya davet etti. Onun daveti; ölüme hayat, zulme adalet, cehalete bilgi, vicdansızlığa merhamet, husumete barış oldu. İnsanlık, onunla gerçek anlamını, yaratılış gaye ve hikmetini bir kez daha idrak etti. O‟nun sözleri, insanı özüyle buluşturan, kendisiyle barıştıran, tabiatla kaynaştıran, Rabbine yakınlaştıran mesajlar oldu. 

Aziz Müminler! Geçmişten günümüze Müslümanlar olarak, ne zaman ki bu mesajlara sımsıkı sarıldık, bunları yaşamak ve yaşatmak için gayret gösterdik, işte o zaman Peygamberimize layık aziz bir ümmet olduk. Ne zaman da gevşekliğe düştük, onun hikmetli öğretilerinden, örnekliğinden uzaklaştık, işte o zaman yolumuzu kaybettik ve ümmet olarak sıkıntılara maruz kaldık. Bugün de topyekûn insanlık ve bilhassa da İslam coğrafyasının içinden geçtiği zorlu süreçlerin temelinde onun rahmet yüklü mesajlarının, bugüne ve yarına bakışının doğru anlaşılamaması yatmaktadır. Onun eşsiz örnekliğinin, ağızlardan gönüllere indirilememesi, zihinlere, dimağlara iyice yerleştirilememesi, hayata geçirilememesi yatmaktadır. Bugün, İslam coğrafyasının dört bir yanında katledilen masum canların, akan kanın, gök kubbeye yükselen feryatların sebebi bizim Şefkat Peygamberine hakkıyla ümmet olamayışımızdır. 

Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s), insan ve Müslüman olarak bizlere sorumluluğumuzu ve görevlerimizi öğretti. Ancak bizler, çoğu zaman dünya meşgalesine adeta esir olduk. Efendimiz, ırk, dil, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizinhepimizi aynı Allah‟a, aynı kitaba, aynı peygambere inanan, aynı secdeye baş koyan, aynı kıblede istikameti bulan kardeşler olarak ilan etti. Fakat bugün bizler, kardeşlik ahlakını unuttuk, böylesi ulvi bir değeri çoğu zaman cehalet, menfaat, kısır çekişme ve inatlaşmalara kurban eder olduk. Rabbimizin, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” 3 mesajıyla takdim ettiği Peygamberimiz, bizlere merhameti, şefkati, vicdanı, insafı, affı, sabrı ve hoşgörüyü öğretti. Ancak bizler, kendimize, ailemize, çevremize karşı bu hasletleri yitirdik. Yüreklerimiz katılaştı. Rabbimizin gönüllerimize yerleştirdiği tertemiz fıtrata tam anlamıyla sahip çıkamadık. Peygamberimiz, bizlere adaleti öğretti. Ancak bizler, adalete yalnızca başkalarının muhtaç olduğunu zannettik. O, bizlere yetim ve öksüz kalışı, çaresizlik içerisinde çare, ümitsizlik içinde ümit oluşu, en zor zamanlarda bile hayata azimle tutunuşu öğretti. Fakat bizler, başımıza gelen en ufak bir musibette dahi savrulmalar yaşadık, çoğu zaman dakaderi suçladık. O, bizlere kimsesizlerin kimsesi, mazlumların umudu, gariplerin yurdu olmayı öğretti. Fakat bizler, bitmeyen arzu ve isteklerimizibir türlü dizginleyemedik. 

Kardeşlerim! Bugün, bütün insanlık olarak intikamı, nefreti, kan dökmeyi önceleyen çağrılara değil, Efendimizin hikmet, merhamet, vicdan, adalet, hak ve hakikat yüklü çağrılarına ihtiyacımız var. Bugün, çoraklaşan yüreklerimizin onun rahmet damlalarıyla hayat bulmasına ve yeniden fethedilmesine çok ihtiyacımız var. Bugün, onun gözüyle insanlığa bakabilmeye, onun yüreğiyle tüm acı ve kederleri hissedebilmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bugün, her yönüyle onu örnek almaya, onun ahlakıyla ahlaklanmaya; sünnetini, benliğimizi her türlü kötülükten koruyacak erdemli tutum ve davranışlara dönüştürebilmeye çok ama çok ihtiyacımız var. Salât-u selam, tahıyyat-u ikram, her türlü ihtiram Efendimiz (s.a.s)‟e, onun âline, ashabına ve onun yolundan gidenlere olsun. 

1Buhârî, Megâzî, 49. 
2Tirmizi, Birr ve Sıla, 16. 
3Enbiyâ, 21/107. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

11 Aralık 2015 Cuma

Cuma Hutbesi

Aziz Kardeşlerim! Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün hasta bir sahabîyi ziyaret etti. Ona nasıl dua ettiğini sordu. O da, “„Allah‟ım! Beni ahirette ne ile cezalandıracaksan onu şimdiden dünyada bana ver!‟ şeklinde dua ediyorum” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, böyle dua etmemesi konusunda onu uyardı.

Kendisine, “Allah’ım, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”1 şeklinde dua etmesini tavsiye etti.” 2 

Kardeşlerim! Aslında bu dua, Yüce Rabbimizin Kerim Kitabımızda bizlere öğrettiği hikmet yüklü bir duadır. İtidali, yakarışı, ibadeti yaşamının vazgeçilmezi kabul eden Efendimiz (s.a.s), bu dua ile dünya ve ahiret arasında dengeli bir tutuma, ölçülü bir hayata dikkat çekmiştir.3 Bu dua, insanı bu dünyada ve ahirette mutlu kılacak olan şeyin iyilik, salih amel, güzel ahlak olduğunu hatırlatır bizlere. İşte bugün bizler, bu duayı her gün beş defa huşuyla eda ettiğimiz ve huzura erdiğimiz namazlarımızda okuyoruz. Böylelikle, dünya ve ahiret dengesini gözettiğimizi her daim dile getiriyoruz. Dünyadaki sorumluluğumuzu, ahiretteki hesabı, mizanı, sıratı, mükâfat ve cezayı bir an olsun unutmadığımızı ikrar ediyoruz. Kıymetli Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda, “Allah’ın sana verdiğinden O’nun yolunda harcayarak ahiret yurdunu gözet; ama dünyadan da nasibini unutma...”4 buyurmaktadır. Rabbimizin bizden istediği, ne dünya için ahireti feda etmek, ne de ahiret için dünyayı terk etmektir. Bizden istenen, bu iki hayat arasında bir denge kurabilmektir. Dünya hayatını ahirete tercih etmemektir, menfaatin esiri olmamaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmamaktır, heva ve hevesi Allah‟ın rızasından üstün tutmamaktır. Kardeşlerim! Dünya ve ahiret arasındaki dengenin nasıl olması gerektiğini Peygamberimizin örnekliğinde görmekteyiz. Allah Resûlü, ibadetimizde, gündelik hayatımızda, dahası bütün yaşantımızda ölçülü olmamız gerektiğini bildirmiştir.5 Onun hayatı, bu denge ekseni üzerine kurulmuştur. Efendimiz, dünyadan el çekip sadece ahiret için yaşamaya karar veren bazı sahabileri bedenin, ailenin ve sahip olunan nimetlerin hakkını vermeleri hususunda uyarmıştır.6 O, “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.”7 uyarısıyla kendisinin böyle bir yaşam tarzının olmadığını ifade etmiştir. Kardeşlerim! Kimileri, zaman zaman bu dünyanın ahiret yurduna açılan bir kapı, bir imtihan alanı olduğunu göz ardı edebilmektedir. Kimileri, ahireti uğruna, doğru olmayan bir inançla dünyanın meşru nimetlerinden kendini mahrum bırakabilmektedir. Kimileri ise kendi anlayışlarından kaynaklanan aşırılıkları dine mal ederek, rahmet yüklü mesajlarıyla hayat veren yüce dinimize şiddet, vahşet ve katliamlarla ihanet edebilmektedir. Kimileri, dini ruhundan, ibadetleri özünden koparmak suretiyle dar kalıplara mahkum etmekte ve sadece şekle indirgeyebilmektedir. Kimileri ise, yaşantı boyutunu tamamen ihmal ederek dini sadece vicdanlara hapsedebilmektedir. 

Gerçek şu ki; bütün bu algı ve anlayışlar, Peygamberimizin insanlığa takdim ettiği örnekliğin ve Müslüman kimliğinin doğru idrak edilemeyişinin sonuçlarıdır. 

Kıymetli Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, kâinattaki her şeyi bir denge üzere yaratmıştır.8 Fakat günümüz insanının bu dengeyi ve hayat ölçüsünü yitirmesinin acı neticeleri bütün ibretiyle karşımızda durmaktadır. Bugün niceleri, modern dünyanın, daha çok kazanma ve haz alma tutkusunun, bilerek ya da bilmeyerek adeta esiri olmaktadır. Dünyanın bir köşesinde insanlar yiyecek ekmeğe muhtaçken, diğer bir köşesinde israf, savurganlık, vurdumduymazlık, bencillik had safhadadır. Kimileri, daha konforlu, daha albenili bir yaşam arzularken, sığınacak bir barınak uğruna nice canlar okyanusların derin ve karanlık sularında umutları ve yarınlarıyla birlikte yok olmaktadır. Bu olumsuzluklar karşısında insanlığın, bugün topyekûn bir itidal çağrısına muhtaç olduğu açıktır. Ancak bu itidalin, sadece çağrılarla değil, sağlam ve sarsılmaz bir imanla, paslanmamış yüreklerle, tükenmemiş gönüllerle hayata geçirilebileceği asla unutulmamalıdır. 

Kardeşlerim! Geliniz, Yüce Kitabımızın ve Peygamberimizin bize öğrettiği itidale dair duayı kendimize şiar edinelim. Sevgimizde, yergimizde, yaşantımızda, ibadetimizde, dünya ve ahirete bakışımızda bu dengeyi hakim kılalım. Unutmayalım ki; bu bakış ve tutum, sahih ve makbul bir kulluğun gereğidir. Yine unutmayalım ki; niyeti en yüce olanımız, hem dünyasının hem de ahiretinin işlerine önem verenlerimizdir.9 

Hutbemizi, Peygamberimiz (s.a.s)‟in anlam dolu şu duası ile bitirmek istiyorum: “Allah’ım! İçinde yaşadığım, geçimimi sağladığım dünyamı ve ebedî yaşayacağım ahiretimi benim için hayırlı kıl. Hayatımda her türlü hayrı ziyadesiyle ihsan eyle.” 

10 1 Bakara, 2/201. 
2 Müslim, Zikir, 23. 
3 Müslim, Zikir, 26. 
4 Kasas, 28/77. 
5 Buhârî, İman, 29. 
6 Buhârî, Edeb, 84. 
7 Müslim, Nikâh, 1. 
8 Rahmân, 55/7-8. 
9 İbn Mâce, Ticaret, 2. 
10 Muslim, Dua, 71. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

4 Aralık 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Beden Ülkesinin Sultanı: KALP

Kardeşlerim! Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in,sıkça dile getirdiği dualardan biri şöyleydi: “ Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Rabbim! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!” 1 

Kardeşlerim! Efendimiz, bu duasında Yüce Allah’tan kalbini iman ve istikamet üzere sabit kılmasını dilemişti. Zira kalp, iman ve istikametin merkezi, başlangıç ve bitiş yeridir. İman ve İslam’ın bir tezahürü olan her hayırlı ve faydalı işe öncelikle kalpte niyet edilir. İşte böylesi bir öneme sahip olan kalp, Peygamberimiz (s.a.s) tarafından beden ülkesinin sultanı diye takdim edilir.2

Kardeşlerim! Kalp, sadece vücutta kan dolaşımını ve hayatın devamını sağlayan bir organ, küçük bir et parçası değildir şüphesiz. Kalp manevi hayatımıza yön veren ve akıbetimizi belirleyecek olan bir merkezdir. Kalp, iman ve küfrün, sevgi ve nefretin, cesaret ve korkaklığın, iyilik ve kötülüğün, kısacası bütün duyguların kaynağıdır. Güzellikler de çirkinlikler de hep kalpte başlar kalpte biter. Hayrın ve faydalı düşüncelerin barınağı olan bir kalpten ancak güzellikler yansır. Çirkinliklerle kirletilmiş, olumsuzlukların esiri haline getirilmiş bir kalpten yansıyacak olan da kötülüklerdir. Efendimiz (s.a.s), bu gerçeği “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün vücut iyi olur. O bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”3 hadisiyle dile getirmiştir. 

Kardeşlerim! Mümin, kalbini güzelliklere, hayra ve insanlığın faydasına açan, kötülüklere sımsıkı kapatan kişidir. Mümin, kalb-i selim sahibidir. Selim kalp, Allah’a gönülden teslim olmuş bir kalptir. Bu kalp, ışığını imandan, güzelliğini salih amellerden alır. Selim bir kalpte dünyevi hiçbir kaygı, tasa ve kedere esir olma yoktur; yalnızca Allah’a dayanıp güvenme vardır. Bu kalpte onur ve haysiyeti zedeleme yoktur; izzet ve saygınlık vardır. Selim olan kalpte sorumsuzluk, bencillik, kin, nefret, zulüm yoktur; paylaşma, diğerkâmlık, sevgi, saygı, hoşgörü vardır. Bu kalpte şiddet, husumet değil, şefkat, merhamet, ülfet, muhabbet vardır. Bu kalpte hayâsızlıkdeğil, iffet, erdem, fazilet vardır. Bu kalpte “ben” değil, “biz” vardır; birlikte ağlayıp birlikte gülme vardır. Bu kalpte kibir değil tevazu, yalan ve eğrilik değil sadakat, kabalık değil nezaket, katılık değil letafet, korku değil cesaret vardır. Selim bir kalbe sahip olan mümin bilir ki;kendisi, borçluya, hastaya, yaşlıya, darda kalmışa, mazluma, mağdura yardım eli uzatılmasını isteyen bir medeniyetin mensubudur. Bu kalbin sahibi bilir ki; o, Abdullah, Enes, Beşir gibi yetimlere, öksüzlere baba şefkatiyle muamele eden bir Peygamberin ümmetidir. Selim bir kalbin sahibi bilir ki; onun“Asıl elde tuttuğun değil, dağıttığın bizimdir.” 4 buyuran, komşuyu gözeten, yoksula kol kanat geren bir peygamberi vardır. 

Kardeşlerim! Üzülerek belirtmek gerekir ki bugün hırs, tamah,daha çok kazanma, daha çok haz alma ve daha hızlı yaşama arzusu insanlığı adeta kuşattı. Bugünlere ve yarınlara yön veren beden ülkesinin sultanı kalpler bedenlere esir oldu. Bugün insanlık, topyekûn bir merhametsizlik, vicdansızlık ve vurdumduymazlık sorunu yaşıyor. Nice mazlumların feryadına, yardım çığlıklarına kulak tıkanıyor. Nice canlar, şiddete, zulme, teröre kurban gidiyor. Niceleri evsiz, yurtsuz, yuvasız bırakılıyor. Denizler, her geçen gün mülteci mezarlığına dönüşüyor. Kıyıya vuran minik bedenler, aslında vicdanların kıyıya vurduğunu, her gün insanlığın irtifa ve itibar kaybettiğini haykırıyor. Kardeşlerim! Bugün kalplerin pasını, katılığını, hastalığını silmek için bir gönül terbiyesine ve merhamet seferberliğine ihtiyacımız var. Bugün bize ahirette gerçek manada fayda sağlayacak olan kalb-i selime çok ama çok ihtiyacımız var.

O halde geliniz, “O gün, ne mal ne de evlat fayda verir. Ancak Allah’a kalbi selim ile gelenler fayda bulur.”5 âyetini bir kez daha derinden tefekkür edelim. Fıtratımızda var olan selim kalbimizi, zihnimizle, dilimizle, salih amellerimizle daha da tezyin edelim. Kalbimiz, her daim Rabbimizin rızasını arasın, O’nun ve Resulü’nün sevgisiyle dolsun. Kalbimiz, güzelliklerin merkezi olsun ve etrafımıza güzellikler saçsın. Gönüllere sevinç, huzur ve mutluluk taşısın. 

Hutbemi Kur’an-ı Kerim’in ve Efendimiz (s.a.s)’in bize öğrettiği şu dualarla bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma! Bize tarafından bir rahmet bağışla! Hiç kuşku yok ki, lütfu bol olan yalnız sensin.” 6 “Allah’ım! Kulağımın kötülüğünden, gözümün kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin kötülüğünden sana sığınırım.”7 

1 Tirmîzi, Daavât, 89 
2 Abdurrezzâk, el-Musannef, XI, 221. 
3 Buhârî, İman, 39. 
4 Tirmizî, Sıfatu’lKıyâme, 35.  
5 Şuarâ, 26/88-89 
6 Âl-i İmrân, 3/8. 
7 Nesâî, İstiâze, 4. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

27 Kasım 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - İmanı Hayat Kılabilmek

Kardeşlerim! Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s)’ebir gün, “İman nedir?” diye soruldu. Efendimiz, “İman, seni dünyada mesut kılacak bir ahlaktır. Allah’ın haram kıldıklarından uzaklaştıracak bir takvadır. Cahillerin yapıp ettiklerinden uzak tutacak vakur bir duruştur.”1 şeklinde cevap verdi. 

Bu cevabıyla Efendimiz, insanı insan kılan ahlakın, takvanın, izzet ve şerefin, onurlu bir hayatın, imanın önemli bir yansıması olduğunu çağlar ötesinden dile getiriyordu. Rahmet Peygamberinin bu cevabı, yaratılışımızın hikmeti ve varoluşumuzun gayesini de gayet veciz bir şekilde özetliyordu. Kardeşlerim! İman, tevhide sımsıkı sarılmaktır.İman, Rabbimizin rızasına ve ebedi kurtuluşa erebilmenin temel esasıdır.2 

İman, Allah’ın varlığına ve birliğine, O’nun peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna gönülden inanmaktır.Kalbin Allah’a sadakat ve teslimiyetidir iman.Bu sadakat ve teslimiyetin düşüncemizde, özümüzde, sözümüzde, davranışlarımızda, hâsılı hayatımızın bütün kesitlerinde tezahür etmesidir. Bu itibarlaiman, sadece bir gönül tasdiki ve dil ikrarı değildir; aynı zamanda bir eylemdir, bir hayattır. 


Aziz Müminler! Hayatının her kesitinde bizlere en güzel örnek ve rehber olan Peygamberimiz (s.a.s), kısa sürede şirkin yerine tevhidi, zulmün yerine adaleti,hayasızlığın yerine iffeti yerleştirmiştir. Kin, nefret ve husumetin yerine şefkat, merhamet ve kardeşliği ikame etmiştir. Efendimiz, her şart ve durumda Rabbimize, kendimize, çevremize ve birbirimize karşı sadakati, samimiyeti ve ahde vefayı gözetmemizi istemiştir. Özümüz ve sözümüzle doğruluktan ayrılmamayı, her hâlükârda hak ve hakikatin yanında olmayı öğütlemiştir. Kutlu Nebi (s.a.s), “Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe kâmil manada iman etmiş olamazsınız.” 3 sözüyleimanı, kardeşimizi gözetmek, onun sevinç ve kederini paylaşmak, dahası“ben” i “biz”kılmak diye tanımlamıştır. “İman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.”4 sözüylede,imanın müminleri sevmek, onlara değer vermek ve değer bilmek olduğunu haber vermiştir. 

Kardeşlerim! Mümin, imanının bir gereği olarak Allah ve Resûlü’nün emir ve yasaklarına riayet eder. O bilir ki, imanı diri tutan, salih amel ve güzel ahlaktır. Rahmet Peygamberi tarafından “elinden ve dilinden emin olunan kişi” şeklinde tarif edilen mümin, her daim istikamet üzere olur, emanete asla ihanet etmez.Elini harama alet edemez, hiçbir canlıya zarar veremez, zulmedemez. Kin, nefret ve düşmanlıkla gönlünü harap edemez. Hiçbir dünyevi çıkar için dilini yalanla kirletemez. Bakışlarını harama yöneltemez, ayaklarını harama yönlendiremez.“Utanmadıktan sonra dilediğiniyap.”5 nebevi öğretisini kendisine rehber edinen bir mümin, ahlakı, fazileti, erdemi ve güzellikleri kuşanır, imanı ile bağdaşmayan söz ve davranışlardan kaçınır. 

Kardeşlerim! Geliniz. Hep birlikte şu soruları sorarak kendi kendimize bir muhasebede bulunalım: Rehberimiz, yol göstericimiz olan Peygamberimiz (s.a.s)’in temsil ettiği ve bize öğrettiği ahlakın neresindeyiz? Samimiyetimiz, merhametimiz, adaletimiz, ahde vefamız, hoşgörümüz, nezaketimiz, sevgi ve saygımız,sabrımız onun bize öğrettiklerine ne kadar benziyor? Eşimize, evladımıza, arkadaşımıza, dostumuza, komşumuza, akrabamıza ne kadar güven verebiliyoruz? Hayatımızda kaç yetim ve öksüzün sevinmesine yardımcı olabildik? Bizler evlerimizde kışı beklerken, barınacak yeri olmayan kardeşimizin derdiyle ne kadar hemhal olabildik, ona ne ölçüde bir katkıda bulunabildik? Nefesimizi alıp verdiğimiz her dem Rabbimizin rızasını ne kadar gözetebiliyoruz ve ona ne kadar yaklaşabiliyoruz? 

Kardeşlerim! İman, ibadet ve ahlak bir bütün halinde hayatın her kesitinde etkin ve belirleyici olmalıdır. İmanımız, hayatımızı, bugünümüzü ve yarınlarımızı diri tutmalıdır. Unutmayalım ki; iman, Allah’ın bize en önemli nimetidir. Ve her nimet bir sorumluluk gerektirir. Yalnızca vicdanlara mahkum edilip gündelik hayata yansımayan, pratiğe dönüşmeyen iman, sahibini sorumluluktan kurtaramayacaktır. 

Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu anlamlı duasıyla bitirmek istiyorum:

“Allah’ım! Beni amellerin ve ahlâkın en güzeline kavuştur. Onların en güzeline ancak sen ulaştırabilirsin. Beni kötü işlerden ve kötü ahlâktan muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin.” 6 

1 Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 5005. 
2 Tâhâ, 20/75. 
3 Buhârî, İman, 7. 
4 Müslim, İman, 93. 
5 Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 54. 
6 Nesâî, İftitâh, 16. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

19 Kasım 2015 Perşembe

Cuma Hutbesi - Küresel Terörün Hedef Aldığı Din : İSLAM

Aziz Müminler! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah’a giden yolu kapatanlar, onu eğri ve çelişkili göstermek isteyenler varya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.” 1

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların güvende oldukları kişidir. Mümin ise canları ve malları hususunda insanların kendisinden emin oldukları kişidir.”2 

Değerli Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (s.a.s) aracılığıyla İslâm mesajını bütün insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek, O ’na hiçbir konuda ortak koşmamak ve sadece O ’na kullukta bulunmak, bu ilahi mesajın temelini teşkil ediyordu. Bu mesaj, değerler manzumesi olarak öldürmeyi değil yaşatmayı, zulmetmeyi değil hakkı gözetmeyi, batıla değil hakikate tabi olmayı, hayâsızlığı değil iffeti kuşanmayı ve erdemli duruşu takdim ediyordu. Bu mesaj, cehaleti değil bilgi ve hikmeti öğütlüyordu. Bu mesaj, savaşı değil barışı, terör ve vahşeti değil vicdan ve merhameti, fitne ve fesadı değil sulh ve salahı öğretiyordu. Bu mesaj, vurdum duym azlığı değil sorumluluğu, bencilliği değil paylaşmayı, bölüp parçalamayı değil birleştirmeyi esas alıyordu. 

Kardeşlerim! İslam, hayatın her kesitine vicdan ve merhameti bir ilke, bir prensip olarak yerleştirdi. En zor zam anlarda dahi zulme, şiddete ve haksızlığa asla müsaade etmedi. Meşru müdafaa sadedinde değerlendirilen savaşın bile bir hukuku, bir ahlakı olduğunu asırlar öncesinden insanlığa haykırdı. Kadına, çocuğa, yaşlıya, tabiata dokunulmasını, zarar verilmesini kesin olarak yasakladı. Bu insaf ve m erham et çağrısı kısa sürede tüm coğrafyalarda yankı buldu. 

Müslümanlar, âleme silah, şiddet ve vahşet değil; sevgi, merhamet, şefkat, adalet ve hakikat medeniyeti taşıdı. Ancak zamanla kimi cahil müntesipler, dinin özünden, ruhundan, hayat veren değerlerinden uzaklaştı ya da türlü hile ve desiselerle uzaklaştırıldı. İnsanı yaşatmak ve ona varlık gayesini anlatmak üzere gelen bir din, nice süfli emellere alet edildi. İslam, bütün hakikatleri insanlığa bildirm işken kimileri, hakikatin sadece kendi ellerinde olduğunu iddia eder hale geldi. 

Kardeşlerim! Yüce Dinimiz İslam, bugün çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Zira İslam ’la, Müslümanlıkla ilgisi olmayan cinayet şebekelerinin işlediği cürüm, saldırı, vahşet ve katliamlar ne yazık ki İslam’la birlikte anılır olmuştur. Modern zamanların tüm insafsızlığı, vicdansızlığı, adaletsizliği , İslam’a ve masum Müslümanlara maal edilmeye çalışılmaktadır. İslam, vicdanı ve insafı kirlenmiş, yüreği tükenmiş insanlarca terör ve vahşetle birlikte zikredilerek olumsuz bir İslam imajı ve algısı üretilmektedir. Dinimiz, itibarsızlaştırılmaya, İslâm’la ilgili, insanların kalplerinde bir endişe ve korku oluşturulmaya çalışılmaktadır. 

Kardeşlerim! İnsanlığa rahmet olarak gelen bir dinin, bir kitabın, bir peygamberin ve o dine mensup olan insanların bu tür terör olayları üzerinden itibarsızlaştırılması, en az işlenen bütün bu vahşetler kadar ağırdır. Yeryüzündeki en büyük cinayet, ahlak ve hukuk tanımayan katliam lara cihat adı verilmesidir. İslam dininde, hayat rehberim iz olan K ur’an-ı Kerim’de böyle bir anlayış yoktur. Dinimizin cihat anlayışı, öldürmek değil, yaşatmaktır. Harap etmek değil, mamur eylemektir. Gönüllere kin, nefret, intikam tohumları değil, sevgi, şefkat, merhamet tohumları ekmektir. Yeryüzüne şiddet, terör ve vahşet üzerinden korku değil, hak ve hakikat yoluyla barış, güven, huzur ve adaleti yaymaktır. 

Kardeşlerim! Bugün din adına masum insanları, kadınları, yaşlıları, çocukları acımadan öldürenler aslında bütün insanlığı katletmektedir. Ne hazindir ki, İslam’ın yüksek şiarı olan tekbir, bu vicdansızlıklara alet edilmektedir. Aslında Ankara’da Paris’te, Beyrut’ta, Bağdat’ta, Nijerya’da, hâsılı dünyanın dört bir yanında öldürülen sadece masum insanlar değil, âlemlere rahmet olarak gönderilen İslam’ın yüce değerleridir. İnsanlığını yitirmiş, gözü dönmüşlerin yaptıkları yüzünden tahkir edilen, Kerim Kitabullah’tır. İtibarsızlaştırılan, Merham et ve Şefkat Peygamberi Habibullah Muhammed Mustafa’dır. Ötekileştirilenler, dışlananlar, teslimiyetle bu kitaba, bu peygambere gönül veren sadık ve masum Müslümanlardır. 

Kardeşlerim! Bugün, din kisvesine bürünmüş cinayet şebekeleri, geçmişten günümüze birikmiş öfkeleri, incinmiş onurları, bastırılmış duygulan, yıkılm ış hayalleri istismar etmektedir. Onlar bugün, tarihte acı hikâyeleriyle hatırladığımız, ortalığı yakıp yıkan, topyekûn medeniyetimizi tahrip eden Moğollarla aynı yöntemi kullanmaktadırlar. Vicdan ve insaf medeniyetine kast eden Haçlılarla aynı yolu yürümektedirler. Bu coğrafyanın masum insanlarını ölümlerden ölüm beğenmeye mecbur edenler, aslında tüm insani değerlere kastetmektedirler. Ancak bizler biliyoruz ki, dillerinden tekbir düşmese de, alınları secdeden kalkmasa da insanlık dışı katliamların faillerinin İslam ’la uzaktan yakından asla ilgisi yoktur. Zira insana ve insanlığa yönelik bu tür vahşeti gerçekleştirenlerin, onları yönlendirenlerin ne Allah’a saygıları, ne de herhangi bir dine mensubiyetleri söz konusu olabilir. 

Kardeşlerim! Öyleyse geliniz dünyada huzura, ahirette kurtuluşa erebilmek için İslâm’ın rahmet yüklü mesajlarına yeniden sımsıkı sarılalım. Çocuklarımıza ve gençlerimize sahip çıkalım. Onlara inanç ve değerlerimizi doğru öğretelim. Sahih dini bilgiye ulaşma ve sahip çıkma çabasını hiç elden bırakmayalım. Sunulan her dini bilgiyi araştırma ve incelemeden kabul etmeyelim. İslâm’ın rahmet iklimini en güzel şekilde temsil etmek için gayret gösterelim. Hutbemizi şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! İlmimizi, anlayışımızı artır ve bizi salih kullarından eyle!” 

1 İbrahim, 14/3. 
2 Tirmizî, İmân, 12. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

13 Kasım 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Zikir: Kalplere Hayat Veren İksir

Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz, müminler hakkında şöyle buyuruyor: “Onlar, kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.[1]
Okuduğum hadisi şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Rabbini zikreden ile zikretmeyenin durumu, diri ile ölünün durumuna benzer.”[2]
Kardeşlerim!
Göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir.  Göklerde ve yerde bulunan her şey, âlemlerin yaratıcısı olan Allah’ı, kendilerine özgü bir lisanla tespih ederler. Kerim Kitabımız, bu hakikati şu ifadelerle bize haber verir: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız.”[3]
Kıymetli Kardeşlerim!
Zikir, Allah’ın birliğini, sonsuz kudretini ve yüceliğini dile getirmek, O’nun nimetlerini tefekkür ve tezekkür etmektir. Zikir, gündelik hayatın ruhlarımızı, kalplerimizi yorgun düşüren çekişmelerinden, meşgalelerinden uzaklaşıp Rabbimizin rızasını aramaktır. Bir duruş, bir diriliştir zikir. Özümüzdeki, sözümüzdeki, gözümüzdeki, hâsılı bütün benliğimizdeki hakkı-hakikati perdeleyen her türlü örtüyü, kaldırmaktır, her türlü gafletten kurtulmaktır. Zikir, bizi Rabbimizden uzaklaştıracak her şeyi kalbimizden söküp atmaktır. Evrendeki varlıkların deruni zikrine gönül, zihin, dil ve beden ile ortak olmaktır zikir; hamd ile Allah’ı tesbih etmek ve O’na gönülden ibadet etmektir. Ve zikir, “Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz[4] niyazıyla Rabbimizin engin rahmetine sığınmaktır.

Kardeşlerim!
Zikir, dil, kalp ve bedenle olur. Dil ile zikir, Allah’ı anmak, O’na yalvarıp yakarmak, hak ve hakikati söylemektir. Kalp ile zikir, Allah’ın varlığı ile ilgili her türlü şüpheden uzaklaşıp O’nun muhabbetiyle hemhal olmaktır. Beden ile zikir ise tüm benliğimizle Allah’ın rızasını aramaktır, varlığımızı ve imkânlarımızı O’nun yolunda seferber etmektir, O’nun emirleri doğrultusunda bir hayat sürmektir.
Kardeşlerim!
Allah’ı zikir, kalpleri sükûnete erdirir, ruhları besler, akılları doğru hedefe ulaştırır. Kula idrak, feraset ve şuur kazandırır. Onu gafletten, karamsarlıktan, umutsuzluktan korur, hayatı anlamlı kılar.  İnsan, zikir sayesinde sahipsizlik ve yalnızlık duygusundan uzaklaşır, kendisini her daim muhafaza eden bir sahibinin olduğu bilincine varır. Bizi en güzel şekilde yaratan, başta akıl olmak üzere türlü nimetlerle donatan Rabbimizi zikretmemek, O’nu unutmak, O’nun razı olmayacağı bir hayat yaşamak ne vahim bir gaflettir! Zira Yaratanını kaybeden, O’ndan bîhaber olan, varlık adına ne bulmuştur ki? O’nun rızasına ulaşan, O’na yaraşır bir kul olarak yaşayan neyi kaybetmiştir ki?
Kardeşlerim!
Üzülerek belirtelim ki, dünya meşgalesi, istikbal kaygısı, kimi zaman kalplerimizi ve benliğimizi öylesine kuşatıyor ki; bizleri yaratılış amacımızdan ve Rabbimizin rızasından uzaklaştırıyor. Zaman zaman dillerimiz zikrin tadını, kalplerimiz zikretmenin huzurunu, vicdanlarımız zikirle geçen zamanların bereketini unutuyor. Zikirden mahrum hayatlarımız adeta kurak çöle dönüşüyor. Bazen mutluluğu ve huzuru geçici tutkularda arıyoruz. Bu tutkular, doğru düşünmemize, doğruyu dinlememize ve dillendirmemize adeta perde oluyor. Oysa Yüce Rabbimiz, geçici nimetlere tutkuyla bağlanmama ve kendisini bir an olsun unutmama konusunda bizleri şu ayeti kerime ile uyarıyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”[5]
Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz dilimizle, kalbimizle ve bedenimizle her daim Rabbimizin rızasını arayalım. Allah’ın lütfettiği ömrümüzü zikrin aydınlığında hayırlı ve faydalı işlerle değerlendirelim. Her daim Rabbimize hamd ederek, şükrederek O’nun rızasına ermek için gayret edelim. Rabbimizin bize bahşettiği her bir organımızın, sağlığımızın, her bir imkânımızın, her bir anımızın, nimet olduğu kadar birer emanet olduğunun bilincinde olalım.
Kardeşlerim!
Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)in şu duası ile bitirmek istiyorum: “Rabbim! Beni sana çokça şükreden, seni çokça zikreden, senin azabından çekinen, sana hakkıyla itaat eden, sadece senin için eğilen, daima sana yalvarıp yönelen bir kişi eyle![6]





[1] Ra’d 13/28.
[2] Buhârî, Deavât, 66.
[3] İsra, 17/44.
[4] A’raf 7/23.
[5] Münafikun, 63/9.
[6] İbn Mâce, Duâ, 2.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

6 Kasım 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Her İnsan Allah'ın Ayetidir

Kardeşlerim! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini temiz şeylerle rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” 1

Peygamber Efendimiz (s.a.s), bir gün tavaf esnasında Kâbe’ye yönelerek şöyle buyurmuştur: “Ey Kâbe! Sen ne güzelsin. Senin kokun ne güzeldir. Senin azametine ve kutsallığına hayranım. Fakat Allah’a yemin ederim ki, müminin saygınlığı Allah katında senin saygınlığından daha fazladır…” 2 

Aziz Kardeşlerim! Hepimiz insan olarak aynı özden, aynı topraktan yaratıldık. Hepimiz beşer olarak aynı babadan, Âdem’den; aynı anneden, Havva’dan geliyoruz. Hepimiz aynı dünyayı, aynı âlemi birlikte paylaşıyoruz. Hepimiz aynı güneşin ısısından, aynı ayın ışığından istifade ediyoruz. 

Kardeşlerim! Hepimiz Âdem’in çocukları olarak Allah nazarında tarağın dişleri gibi eşitiz. Hz. Ali’nin, “Ya hilkatte eşimsin ya dinde kardeşimsin” sözü bu hususu veciz bir şekilde ifade etmiştir. Geleneğimize göre insan, insanın kurdu değil yurdudur. İnsan, insanın umududur, sığınağıdır. Bunun içindir ki; medeniyetimizin insan anlayışı, modern zamanların sözde insan merkezli anlayışından oldukça farklıdır. Yunus Emre’nin ifadesiyle bizler, “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü severiz”. Zira her insan Allah’ın bir ayetidir. Her insan Allah’ın bir eseridir. 

Aziz Müminler! Bizim hem insan olmaktan hem de İslam’a inanmaktan kaynaklanan kardeşliğimizin bir hukuku ve bir ahlâkı vardır. İnsan olmaktan kaynaklanan kardeşliğimiz gereği hangi dinden, hangi ırktan, hangi renkten, hangi coğrafyadan olursa olsun her insan saygındır. Bu sebeple insan, insana zulmedemez. İnsan, insana haksızlık edemez. Her insanın canı, kanı, malı, onur ve haysiyeti muhteremdir, mukaddestir, dokunulmazdır. Bizlere bu yüce değerleri öğreten dinimizdir, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s)’dir. O, Medine-i Münevvere’ye hicret ettiğinde, bütün gayr-i müslimlerle bir sözleşme imzalamıştır. Böylece farklı dinler ve kültürlerin bir arada barış ve huzur içerisinde yaşayabilmelerinin ahlâkî ve hukukî temellerini atmıştır. 

Kardeşlerim! Din-i mübin-i İslâm’dan kaynaklanan kardeşliğimize gelince; bu kardeşlik, soy, sop, dil, bölge ve asabiyet temelinde bir kardeşlik değildir. Hele hele çıkar temelinde bir kardeşlik hiç değildir. Yüce değerler ve yüksek idealler etrafında bir kardeşliktir. İman ve takva ekseninde bir kardeşliktir. İslâm kardeşliğidir. Müslümanlar, aynı bütünün parçalarıdır. Aynı birin yansımalarıdır. Tevhid ile gelen vahdetin temsilcileridir. Müslümanlar, aynı bedenin organları, aynı binanın tuğlaları gibidir. Müslümanlar, birbirlerine hak bağı ile bağlıdır. Müslüman, Allah’a ve O’nun mesajlarına saygı duyan, Allah’a ta’zimde bulunan ve Allah’ın yarattığı bütün mahlukata şefkat nazarıyla bakan insandır. Müslüman, Müslüman kardeşini en az kendisi kadar değerli ve saygıdeğer görür. Onu hor, hakir ve küçük göremez. Müslüman, kendisi için istediğini kardeşi için de ister. Müslüman güvenilir insandır. Eli ve diliyle zarar vermez; kardeşine zulmetmez, haksızlık etmez, düşmanlık etmez. Müslüman, kardeşine sırt çevirmez; sıkıntılı anında ona destek olur. Müslüman, kardeşinin üzüntüsünü, sevincini paylaşır. 

Kardeşlerim! Bugün Âdem’in çocukları olarak kardeşliğe, merhamete, şefkate, insaf ve vicdana her zamankinden daha fazla muhtacız. Bugün insanlık ailesi olarak yüce değerleri hayatımıza aktarmaya her zamankinden daha fazla muhtacız. Bugün insan olmaktan kaynaklanan kardeşliğimizi yeniden hatırlamaya ve bu doğrultuda birlikte yaşamanın hukukunu ve ahlakını oluşturmaya her zamankinden daha fazla muhtacız. Bugün İslâm ümmeti olarak İslâm diyarlarını yeniden ilim, hikmet ve marifet yurduna dönüştürmek için çalışmaya ihtiyacımız var. Bugün İslâm coğrafyasında yeniden barış ve esenliği, merhamet ve şefkati, kardeşlik ve dostluğu, hak ve adaleti, ahlak ve fazileti egemen kılmaya ihtiyacımız var. Birliğe, beraberliğe, yardımlaşmaya, dayanışmaya, saygı ve muhabbetle birbirimizi kucaklamaya ihtiyacımız var. İslâm’ın medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine yeniden sarılmaya ihtiyacımız var. Kur’an-ı Kerim’in rahmet yüklü mesajlarına, Efendimiz (s.a.s)’in çağlar üstü örnekliğine ihtiyacımız var. Hutbemi Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisi ile bitirmek istiyorum: “İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır, Âdem ise topraktandır.”3 

1 İsrâ, 17/70. 
2 İbn Mâce, Fiten, 2. 
3 Tirmizî, Menâkıb, 74. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

30 Ekim 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Peygamberler, İnsanlığın Yolunu Aydınlatan Rehberlerdir

Aziz Müminler! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Biz Allah’a ve bize indirilene; kezâ İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere ve bütün peygamberlere rableri tarafından gönderilenlere inandık. Onlar arasında ayırım yapmayız; biz O’na teslim olmuşuzdur’ deyin.”1 

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Peygamberler, anneleri ayrı, babaları bir kardeşlerdir; dinleri de birdir.”2 

Kardeşlerim! Yeryüzü, peygamberlerin insanlığa getirdiği ilâhî vahiy kadar tutarlı ve sürekli bir zincire şahit olmamıştır. Her gelen peygamber, bir öncekini tasdik ederek ilâhî daveti insanlara ulaştırmıştır. Peygamberler, ilahi mesajı sadece insanlara ulaştırmakla kalmamış, aynı zamanda en güzel bir şekilde yaşayarak gönderildikleri toplumlara örnek olmuşlardır. 

Kardeşlerim! Bütün peygamberler, aynı ilahi sözün elçileridir. Onlar, Yüce Rabbimizin biz insanlara en büyük lütfu ve ihsanıdır. Onlar, insanları küfrün kara bataklığından bir olan Allah’ın tevhit yoluna, bilgi ve inancın aydınlığına çağıran rahmet elçileridir. Onlar, insanlığın yolunu aydınlatan, insanlığa merhamet ve şefkat, huzur ve barış, dostluk ve kardeşlik, hak ve adalet, ahlak ve fazilet önderliği yapan kutlu elçilerdir. Onlar, ilimle ameli, hayatla ahlakı, hikmetle irfanı, bugünle yarını buluşturan ve barıştıran rehberlerdir. Onlar, doğruyla yanlışı, güzelle çirkini, iyiyle kötüyü, faydalıyla zararlıyı, adaletle zulmü, ilimle cehaleti, samimiyetle gösterişi birbirinden ayırt eden hidayet kaynağıdırlar. 

Kardeşlerim! Peygamberler, kalp gözümüzü açan, doğru yolu gösteren Yüce Rahman’ın rahmet mektebinin muallimleridir. Kültür ve medeniyet adına insanlık onlara çok şey borçludur. Bugün gaflet, dalalet, cehalet, fitne, kin, nefret ve intikam çıkmazında boğulan insanlığın, onlara her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır. 

Kardeşlerim! Âdem (a.s) insanlığın atasıdır. Hatada ısrar etmemeyi, tövbe ve istiğfarı ilk ondan öğrendik. Nuh (a.s), insanlığın ikinci atasıdır. Zanaatı, tekniği, tufanlardan kurtulmayı ondan öğrendik. İbrahim (a.s), peygamberlerin atasıdır; akıl devriminin mimarıdır. Ümmet olmayı ondan öğrendik. İsmail (a.s), teslimiyetin simgesidir. Kurtuluş ve teslimiyeti ondan öğrendik. Yakub (a.s), sabrın ve şefkatin timsalidir. Ümidi kaybetmemeyi ondan öğrendik. Yusuf (a.s), cemalin, vefanın ve asaletin adıdır. İstikameti, mücadeleyi, affetmeyi ve başarıyı ondan öğrendik. Musa (a.s), hukukun, cesaretin ve ahdin timsalidir. Hak ve adalet mücadelesini ondan öğrendik. İsa (a.s), sevginin ve rahmetin adresidir. Bağışlamayı ondan öğrendik. Muhammed Mustafa (s.a.s), ilmin, irfanın, ahlakın, güçlüyken müşfik olmanın, haklıyken özveride bulunmanın, haksızlığa karşı en gür sedanın adıdır. Allah’ın emirlerine tazim göstermeyi, mahlukata şefkatle muamele etmeyi ondan öğrendik. Aklın ve imanın önündeki en büyük engel olan batıl inanç, bilgisizlik ve bağnazlığa karşı yüreğini ortaya koymayı ondan öğrendik. O, nübüvvet zincirinin son halkasıdır, Hâtemü’l-Enbiyadır. Âlemlere rahmettir. Ona iman biz müminlerin başta gelen vazifesidir. Bizler, kelime-i tevhidde, kelime-i şehadette Rabbimize imandan sonra Efendimize imanı zikrederiz. Resule iman olmadan Allah’a iman olmayacağını3 , onu herkesten ve her şeyden daha çok sevmedikçe kamil manada iman edemeyeceğimizi4 biliriz. Zira Rabbimiz, pek çok ayette Resulü’ne imanı kendine imanla birlikte zikretmiştir. Kendi sevgisini kazanmayı Resulü’ne tabi olmaya bağlamıştır.5 

Kıymetli Kardeşlerim! Şunu unutmayalım ki; peygambere iman etmek ve onu her şeyden çok sevmek, onun hayat veren çağrılarını gönülden kabul etmektir; onlara sımsıkı sarılmaktır. Peygambere iman, ona ülfet ve muhabbet beslemektir. Peygambere iman, insana, canlıya, kâinata onun bakışıyla bakmaktır. Peygambere iman, onun güzel ahlakıyla ahlaklanmaktır; onun merhameti, hoşgörüsü ve tevazuunu kuşanmaktır. Efendimiz (s.a.s)’e iman, onun getirdiği yüce değerlerle yücelmek, onun saygınlığını zedeleyecek her türlü söz ve davranıştan kaçınmaktır. 

Kardeşlerim! Kâinatın efendisi, hidayet rehberimiz olan Peygamberimiz (s.a.s)’e ve bütün peygamberlere sonsuz salat ve selam olsun! Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’in ümmeti olma bahtiyarlığından bizleri mahrum bırakmasın! Onun hayat veren örnekliğinden, iki cihan mutluluğuna ulaştıran sırat-ı müstakiminden bir an olsun ayırmasın! 

1 Bakara, 2/136. 
2 Buhârî, Enbiyâ, 48. 
3 İbn Hanbel, VI, 382. 
4 Buhari, İman 8; Müslim, İman 69. 
5 Âl-i İmran 3/31. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

23 Ekim 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Kerbela'yı Doğru Anlamak

Aziz Kardeşlerim! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” 1 
Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Size iki ağır emanet bırakıyorum. Birincisi, içinde hidayet ve nur olan Allah’ın Kitabıdır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın! İkincisi, ehl-i beytimdir. Ehl-i beytime sahip çıkın! Onlar hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum…” 2 

Kardeşlerim! Bugün 10 Muharrem Cuma. Aşure günü. Muharrem ayı, hicri yılın ilk ayı. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in “Allah’ın ayı”, “hürmete şayan” olarak nitelendirdiği ay. Ramazan orucundan sonra en faziletli orucun kendi içinde bulunduğunu bildirdiği ay. Muharrem ayı aynı zamanda topyekûn bütün Müslümanları derin bir acıya gark eden Kerbelâ hadisesinin yaşandığı aydır. Zira Hicri 10 Muharrem 61 tarihi, Hz. Hüseyin Efendimizin ve çoğu ehl-i beyt-i Mustafa’dan olan 70 kişinin Kerbelâ çölünde hunharca katledilerek şehadet şerbetini içtikleri tarihtir. Hz. Hüseyin ki, Peygamberimiz (s.a.s)’in, “Benim dünyadaki çiçeğim, reyhanım”3 dediği, “cennet gençlerinin efendisi”4 olarak tavsif ettiği, Hz. Aliyyü’lMurtaza’nın, Hz. Fatımatu’z-Zehra’nın yavrusu, ciğerparesidir. Bu vesileyle şehadetinin 1337. yılını idrak ettiğimiz şehitlerin serdarı, serçeşmesi, seyyidü’ş- şüheda Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere Kerbelâ şehitlerini ve bugüne kadar hak, hakikat, adalet, ahlâk, erdem ve fazilet için; din, iman, vatan ve millet için can veren bütün şühedayı rahmet, minnet, şükran, saygı ve tazim ile yâd ediyorum. Allah bütün şehitlerimize gani gani rahmet eylesin! 

Kardeşlerim! Dünyanın neresinde olursak olalım, mezhebimiz, meşrebimiz, kültürümüz, coğrafyamız, dünya görüşümüz ne olursa olsun, Kerbelâ, İslâm ümmeti olarak hepimizin ortak acısıdır, ortak hüznüdür, ortak kederidir. Hele hele neredeyse her evde bir Hasan, bir Hüseyin, bir Ali, bir Fatıma, bir Cafer, bir Zeynelabidin bulunduran ve ehl-i beyt sevgisini yüreklerinde her daim yaşatan aziz milletimizin tüm fertleri bu acıyı yüreklerinin ta derinliklerinde hissetmektedir. 

Kardeşlerim! Bugün Kerbelâ’nın acısını hissetmek elbette önemlidir. Bugün Kerbelâ’nın hüznünü yaşamak elbette muhteremdir. Bugün Kerbelâ’nın elemiyle elemlenmek, kederiyle kederlenmek elbette muteberdir. Bugün Kerbelâ şehitleri için gözyaşı dökmek elbette takdire şayandır. Ancak sadece hüzün, sadece keder, sadece gözyaşı yeterli değildir. Bugün bize düşen Kerbelâ’yı doğru okumak ve doğru anlamaktır. Kerbelâ’yı anlamak, Kerbelâ’dan ayrılık-gayrılık değil; birlik-beraberlik çıkarmaktır. Kerbelâ’dan kin, nefret ve öfke değil; sevgi, muhabbet ve hoşgörü devşirmektir. Kerbelâ’yı anlamak, Hz. Hüseyin gibi davranmaktır; Hüseyince yaşamaktır. Onun zulüm ve haksızlık karşısındaki duruşunu evrenselleştirmektir. Kerbelâ’yı anlamak, yeni Kerbelâlar yaşanmaması için bu acı hadiseden dersler ve ibretler çıkarmaktır. 

Kardeşlerim! Her şeyden önce bu elim hadise, zalim ve zorbaların, heva, heves ve hırsları uğruna, dünyalık çıkar ve menfaatleri için iman, ahlak, fazilet ve insanlıktan nasıl uzaklaşabildiklerini göstermektedir. Ne yazık ki bugün de İslâm dünyasında hala Kerbelâ’yı doğru anlamayanlar, ısrarla Kerbelâ’nın kerb-u belasını günümüze taşıyanlar var. Ne yazık ki bugün de Kerbelâ şehitlerine bu zulmü reva gören zalimler gibi düşünen, davranan ve yaşayanlar var. Ne yazık ki bugün de İslâm coğrafyasının her tarafında çıkar ve menfaatleri için Müslüman kanı akıtanlar var. Kardeşlerim! Kerbelâ’yı anlamak, hakkın yanında, hakikatin yolunda olmak demektir. Kerbelâ’yı anlamak, adalet, merhamet, ahlâk, erdem ve fazilete sevdalı olmak demektir. Kerbelâ’yı anlamak, fitne zamanlarında basiret ve ferasetle hakikati görmek demektir. Kerbelâ’yı anlamak, Hz. Hüseyin gibi zulme, zalime ve haksızlığa karşı çıkmak demektir. Kerbelâ’yı anlamak, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının, uğruna canlarını verdikleri yolun Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın yolu, Kur’an’ın yolu olduğunu bilmek demektir. 

Kardeşlerim! Hutbeme, Hz. Hüseyin Efendimizin yaptığı bir dua ile son vermek istiyorum. 

Allah’ım! Bizi zalimlerden berî, müminlere velî eyle!” 

Ahzab, 33/33. 
2 Müslim, Fadâilu's Sahâbe, 36. 
3 Tirmizi, Menâkıb, 30. 
4 İbn Mâce, Sunne, 11/4. 

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

16 Ekim 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Merhamet İksirini Yudumlayabilmek

Kardeşlerim! Bu hafta hicri takvime göre 1437 yılının ilk ayı olan Muharrem’i yaşamaya başladık. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in ifadesiyle “hürmete layık bir aya”1 ve yeni bir yıla girdik. Muharrem, bir taraftan yenilenmeyi, umut ve azimle yola revan olmayı hatırlatır. Bir taraftan da Kerbelâ’nın derin acısını ve bu acıdan payımıza düşen ibreti anımsatır. Kerbelâ, Peygamberimiz (s.a.s)’in ciğerparesi, reyhan kokulu torunu, cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin’in,2 çoğu ehl-i beytten olan yetmişten fazla mümin ile birlikte şehit edildiği yerdir.

Aziz Kardeşlerim! Geçmişten günümüze yaşanan ve yüreklerimizi dağlayan bu tür elim hadiselerin temelinde, insanın merhametsizliğinin, insaf ve vicdan yoksunluğunun yattığını görürüz. Nitekim bu insaf ve merhamet yoksunluğunun, insanı ne kadar zalim ve gaddar hale getirebileceğine geçtiğimiz günlerde (10.10.2015) Ankara’da bir kez daha üzüntüyle şahit olduk. Onlarca vatandaşımızın hayatına kasteden menfur terör saldırısı hepimizi derinden yaraladı. Bu tür menfur saldırılar karşısında dün olduğu gibi bugün de metin bir duruş sergileyerek ve kardeşlik beyanımızı tekrarlayarak gevşemeyecek ve dağılmayacağız. Aksine birbirimizle daha fazla kenetlenerek güçlenecek; akılla, ferasetle, sağduyu ve duayla sıkıntıları hep birlikte aşacağız. 

Kıymetli Kardeşlerim! Kerim Kitabımızda merhamet sahibi müminlerin şu kuşatıcı duasına yer verilir: “… Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.”3 Rahmet Elçisi (s.a.s) de bizleri şu hadisiyle merhameti şiar edinmeye çağırır: “Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki Yüce Allah da size merhamet etsin.”4 

Kardeşlerim! Merhamet, Allah’ın Rahman isminin bir yansımasıdır. Âlemlerin Rabbi, “Rahmetim gazabımı geçti.”5 buyurarak merhametinin enginliğini haber vermiştir. İnsanlığa en güzel örnek olan Peygamberimiz (s.a.s)’in de en belirgin özelliği, onun merhamet ve şefkat peygamberi olmasıdır.6 O, merhameti, mümin olmanın en başta gelen gereklerinden biri olarak takdim etmiştir. Efendimiz (s.a.s), bütün müminleri birbirlerine merhamette, muhabbette, lütufta ve yardımlaşmada bir vücuda benzetmiştir. Öyle ki, bu vücudun bir organı hastalanınca, diğer organlar da hasta olanın acısını paylaşır. 

Kardeşlerim! Asırlarca O’nun bu rahmet deryasını, şefkat ve merhametini yudumlamış bir medeniyetin mensuplarıyız. Bu medeniyet, merhametten uzaklaşarak katılaşmış nice kalpleri merhamet iksiriyle yumuşatmıştır. Bu medeniyet, merhametiyle birlikte insanlığını da kaybetmiş nice toplumları yeniden merhametle tanıştırmıştır. Bu medeniyet, “Yaratılanı hoş gör, Yaratan’dan ötürü.” sözleriyle insanlığa “önce insan” ilkesini öğretmiştir. Bu medeniyet, “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol!” anlayışını yaşamış, yaşatmış ve dünyanın dört bir yanına taşımıştır. 

Aziz Müminler! Üzülerek belirtmek gerekir ki, böylesi bir medeniyetin mensupları olarak bizler her geçen gün merhametimizi yitiriyoruz. Bugün, insanlık, vicdansızlık ve merhametsizlik sorunu yaşıyor. En acısı da insanlığa örnek olması gereken müminler, birbirlerine karşı merhamet, saygı, hoşgörü ve birlikte yaşama ahlakını kaybediyor. Şefkatin yumuşaklığıyla bezenmesi gereken mümin kalpler, İslam dünyasının pek çok yerinde, kin ve nefretin ateşiyle kavruluyor. Birbirlerine hayır, iyilik ve hayat vermek için uzanması gereken eller, bugün şiddet, terör ve ölüme uzanıyor. 

Kardeşlerim! Bütün bu olumsuzluklar karşısında yapmamız gereken, kendimize, ailemize, çevremize ve birbirimize karşı düşüncelerimizi ve davranışlarımızı bir kez daha gözden geçirmektir. Şiddetin, acımasızlığın, terörün, savaşların, katliamların kol gezdiği bir dünyada, en çok muhtaç olduğumuz şey, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in merhamet yüklü mesajlarına yeniden sarılmaktır. Yüreklerimizi onun mektebinde eğitmek, ondan aldığımız ışıkla rahmet insanları olmak ve yeniden rahmet toplumları inşa etmektir. 

Aziz Kardeşlerim! Hutbeme son verirken yeni hicri yılınızı tebrik ediyorum. Bu mübarek Cuma vaktinde, şehitlerin ser- çeşmesi Hz. Hüseyin Efendimiz başta olmak üzere bütün şehitlerimizi ihtiramla anıyor, teröre kurban giden bütün canlara Allah’tan rahmet diliyorum. Asırlardan beri Peygamber (s.a.s) ve ehl-i beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, anlayış ve saygı içerisinde zor günleri aşmasını Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum. 

Rabbimiz, her türlü fitne, fesat ve tuzağa karşı aziz milletimizin yar ve yardımcısı olsun. 

1 Müslim, Sıyâm, 203. 
2 İbn Mâce, Sunne, 11/4. 
3 Haşr, 59/10. 
4 Ebû Dâvûd, Edeb, 58. 
5 Buhârî, Tevhid, 22. 
6 Tevbe, 9/28. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

9 Ekim 2015 Cuma

Cuma Hutbesi - Namaz Diriliştir

Kardeşlerim! Ayeti kerimelerde Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Müminler kurtuluşa ermiştir; onlar, namazlarını huşu içerisinde kılarlar; anlamsız, yararsız şeylerden uzak dururlar; zekâtı verirler; iffetlerini korurlar… Emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler; namazlarına titizlikle devam ederler. İşte onlar, ebedi kalacakları Firdevs cennetlerine varis olanlardır.” 1

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Her kim beş vakit namazı, Allah rızası ve ibadet bilinciyle rükuları, secdeleri, abdest ve vakitlerine riayet ederek kılarsa cennete girer.”2

Aziz Müminler Namaz, müminin Allah’a yönelişinin en somut göstergelerinden biridir. Namaz, vahyin bütün süreçlerinde yer alan ve her peygamberin davet ettiği ortak bir ibadettir. Peygamberler, bu nadide ibadetle ümmetlerine örnek olmuştur. “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle.”3 yakarışıyla İbrahim Halilullah’ın Rabbine niyazıdır namaz. “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl!”4 diyen Lokman (a.s)’ın hikmetli sözünde müşfik bir babanın evladına nasihatidir namaz. “Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.”5 ilahi emrine muhatap olan Musa (a.s) için Allah’ı anmak ve O’na kul olmaktır namaz. “Nerede olursam olayım yaşadığım sürece Allah bana namazı emretti.”6 diyen İsa (a.s)’ın vazgeçilmezidir namaz.

Kerim Kitabımızın, “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”7 âyetiyle Efendimiz (s.a.s)’in şahsında tüm müminlerden istenen ihlas, samimiyet, Allah’a adanmışlık ve teslimiyetin bir nişanesidir namaz.


Kardeşlerim! Müminler olarak bizim dirilişimizdir namaz. Günde beş defa Rabbimizin huzuruna ayrı bir heyecan ve muhabbetle çıkar, O’ndan namaz vasıtasıyla yardım isteriz. Namazla arınır, tazelenir ve güçleniriz. Biliriz ki; en hayırlı amellerimizden birisi, vaktinde kıldığımız namazımızdır.8 Ve namazımız, bizleri her türlü kötülük ve günahtan koruyan kalkanımızdır. Yine biliriz ki; ahirette ilk sualimiz namazımızdan olacaktır.9 Bu yüzden, Kerim Kitabımızın pek çok ayetinde övülen namaz ehlinden olmak için gayret gösteririz. Riya ve gafletten alıkoymayan, kötülüklere karşı bize kalkan olmayan namazdan Allah’a sığınırız.

Aziz Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s), namazı “gözünün nuru”10 , “cennetin anahtarı”11 olarak nitelendirmiştir. Namaz, her daim onun hayatının merkezinde yer almıştır. O, ruhunu teslim ederken dahi ümmetine namazı vasiyet etmiştir. Öyleyse bizler, onun bu vasiyetini tekrar tekrar hatırlayarak ibadet hayatımızı şöyle bir gözden geçirelim. Kendimize şu soruları bir soralım: Namazımız, bizim gözümüzün nuru mu? Hakikaten Yüce Rabbimize bizi bağlayan miracımız mı? Namazımız, yaratılışımızdaki hikmet ve amacı bize hatırlatan bir zikir mi? Dünyanın türlü çıkmazlarında, buhranlarımızda bir sığınağımız mı namazımız? Namazımız, gündelik hayatta bir şekilde kirlenen, yıpranan ruhumuz için bir arınma ve durulma vesilesi mi? Namaz, hayatımızın kalbinde mi? Kalbimiz namazda mı? Yokluğunda namaza derinden bir özlem duyup, varlığında namazla hasret giderebiliyor muyuz? Meşru bir mazeretimiz olmaksızın ertelediğimiz, ihmal ettiğimiz, terk ettiğimiz namazımız yüreğimizde bir sızı, bir nedamet, bir kasvet oluşturuyor mu? Bizim namazı, namazın bizi terk etmesinden endişeleniyor muyuz?

Kardeşlerim! Unutmayalım ki; namazlarımız kurtuluşumuzdur. Yeter ki bizler, namazı Rabbimizin emrettiği, Efendimiz (s.a.s)’in öğrettiği şekilde eda edelim. Namazın ruhuyla dirilelim, ruhlarımızı namazla yüceltelim. Camilerimizi, evlerimizi, gönül sarayımızı namazlarımızla mamur kılalım.

Kıymetli Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız, Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın bu seneki temasını “Cami ve Namaz” olarak belirlemiştir. Hafta boyunca düzenlenecek çeşitli etkinliklerle dinimizin direği, miracımız, Rabbimize vuslatımız olan namaz ibadetinin ve camilerin hayatımızdaki önemi, yüksek bir sesle dile getirilecektir. Genç-yaşlı, büyükküçük, kadın-erkek tüm kesimlere, tüm kardeşlerimize namaz ve caminin hayat veren ikliminde buluşmak için yeni bir davette bulunulacaktır. Bu vesileyle söz konusu haftanın hayırlara vesile olmasını, minarelerimizden yükselen yüce daveti ve namazın aydınlığını ülkemizin üzerinden eksik etmemesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Hutbemi şu ayet-i kerimenin meali ile bitirmek istiyorum: “Öyle müminler vardır ki, onları ne ticaret, ne alışveriş Allah’ı anmaktan, namazı hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz.”12 Muhterem Müminler. Önümüzdeki Pazar günü Diyanet İşleri Başkanımızın katılımıyla Fatih Camii’nde sabah namazını müteakip “Camii Genç Buluşması”, öğle namazını müteakip ise Süleymaniye Camii’nde “Camiler Haftası Açılış Programı” yapılacaktır. Tüm halkımız davetlidir.

1 Mü’minûn, 23/1-2.
2 İbn Hanbel, IV, 266.
3 İbrahim, 14/40.
4 Lokmân, 31/17.
5 Tâhâ, 20/14.
6 Meryem, 19/31.
7 En’âm, 6/162.
8 Buhârî, Tevhid, 48.
9 Nesâî, Muhârebe, 2.
10 Nesâî, Işratü'n-Nisâ, 1
11 Tirmizî, Tahâret, 1.
12 Nûr, 24/37.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

1 Ekim 2015 Perşembe

Cuma Hutbesi " Yaratan Rabbinin adıyla oku "

  اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ  )Aziz Müminler! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı ana rahmine tutunan, döllenmiş bir yumurtadan yarattı. Oku! Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” 1 

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İlim için yola koyulan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır.”2 

Kardeşlerim! İnsanlığın zihin ve gönül dünyasının karardığı, değerlerin tüketildiği, şefkat ve merhametin arandığı, yaratılış amacından uzaklaşıldığı dönemler olmuştur. İşte böyle bir dönemde Âlemlerin Rabbi, Efendimiz (s.a.s)’e “oku” diye hitap etmiştir. Evet, Rahmet Peygamberi, insanı, kâinatı ve varlığı her boyutuyla okumaya, anlamaya ve idrake davet edilmiştir. 

Kıymetli Kardeşlerim! Mükerrem ve değerli bir varlık olan insan, akıl nimetiyle tezyin edilmiştir. Akıl, insan için en büyük nimetlerdendir. Nedenlerimize, niçinlerimize, buhranlarımıza onunla cevap buluruz. Doğruyu-yanlışı, hakkı-batılı, iyiyi-kötüyü, hayrı-şerri onunla idrak ederiz. Rabbimizin mesajlarını onunla anlar ve onu hayatımıza kılavuz yaparız. Bu yönüyle insan Rabbine, çevresine ve kendisine karşı sorumlu bir varlıktır. Bu sorumluluğun yerine getirilmesinde bilgi, ilim önemli bir yere sahiptir. Bilgi, insanlığın yolunu aydınlatan, hayatın ve ebedi yurdun hakikatini gösteren ve insanlığa her alanda rehberlik eden çok değerli bir hazinedir. Onun içindir ki, hayat kitabımız Kur’an, “oku” ile başladı. Oku ile başlayan Kerim Kitap, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”3 diye çağlar öncesinden insanlığa haykırdı; bilginin, ilmin, insanlık için vazgeçilmez olduğunu gündeme taşıdı. Kerim Kitabımızın mesajlarıyla müzeyyen kılınmış Efendimiz (s.a.s) de, ilme talip olanlara Allah’ın cennete giden yolu kolaylaştıracağını müjdeledi.4 

Kardeşlerim! İlim ve bilgiyi önemseyip değerli kıldıkça medeniyetimiz, insanlık tarihinde taraflı tarafsız herkesin takdir ettiği önemli izler bırakmıştır. Medeniyetimizde âlim; din ile hayat, akılla vahiy, kâinatla insan, insanla Kur’an arasındaki ilişkiyi kuran bilge kimsedir. Böyle bir alimin gayesi, ilimle hikmeti, hikmetle irfanı, ahlakla adabı, hak ile hakikati, tüm insanlığa takdim etmektir. Alim, söz konusu güzellikleri, sadece takdimle kalmaz; kendi şahsında da bu güzellikleri yaşar ve temsil eder. 

Değerli Kardeşlerim! İnsanlık, zamanla zenginleşme ve tabiata hükmetme noktasında bilginin gücünü keşfetti. Ancak kimileri, zaman zaman bilginin gücünü ve etkisini insanlığın hayrına değil, şerrine kullanmayı yeğledi. Böyleleri, yaratılış amacını, insanı ve insani değerleri unuttu; ahlâkî kaygılardan sıyrılarak bilgi de dahil, sahip olunan her şeyin insana verilmiş bir emanet olduğu bilincinden uzaklaştı. Bilgiyi, iyilik ve güzelliklerin değil, kötülük ve düşmanlıkların vasıtası haline getirenler ve istismar edenler, bilgi ahlakından yoksunlaştı. Bilgi, ahlaktan yoksunlaştıkça da insanlık pek çok değerini kaybetti. Bilginin hayat veren değil, can alan bir güç olarak kullanılması tüm ibretiyle karşımızda durmaktadır. Bugün, koca şehirler ve yüzbinlerce canlar, aynı anda yok edilebilmektedir. Eğitim, ilim ve irfanın mana ve gayesinden uzaklaştırılıp mahrum bırakılan nice genç, bağnazlık, cehalet, şiddet ve terörün yolunda savrulup yok olmaktadır. Anne babalar, hayalleri kursaklarında ağlamak zorunda bırakılmaktadır. Kıyıya vuran günahsız minik bedenler, bize insanlığın vicdanının can çekiştiğini haykırmaktadır. Okul bahçelerini şenlendirmesi gereken sesler, okyanusun ıssız sularında imdat çığlıklarına dönüşmektedir. 

Aziz Kardeşlerim! Bütün bu yaşananlar, insanlık ailesi olarak yaratılış amacımızı yeniden idrak etmemizi; neyi, niçin ve hangi amaçla öğrenip hayatımıza yansıttığımızı düşünmemizi gerekli kılmaktadır. Unutmayalım ki; bilhassa bugün İslam coğrafyasındaki olumsuzlukların sona ermesi ve inananlar olarak dünyaya yeni medeniyetler takdim edebilmemizin yolu, İslam’ın ilme verdiği önemi iyi kavramak ve bunu hayata yansıtabilmekten geçmektedir. Bu hususta yarınlarımızın teminatı olan gençlerimizin ilim, irfan, hikmet ve ahlakla mücehhez, çevresine, topluma ve insanlığa faydalı bireyler olarak yetişmelerinde gençlerimize, ailelerimize ve öğretmenlerimize büyük sorumluluklar düşmektedir. 

Kardeşlerim! İlim ve irfan yuvası okullarımız, bu hafta itibariyle yeni bir eğitim-öğretim dönemine daha başladı. Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim yılımızın öğretmenlerimize, evlatlarımıza, tüm ailelere ve milletimize hayırlar getirmesini Rabbimden diliyorum. Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in ilmin önemini ortaya koyan şu duasıyla bitirmek istiyorum: “Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, kabul edilmeyen duadan, korkmayan kalpten, doymayan nefisten sana sığınırım.”5 

1 Alak, 96/1-5. 
2 Tirmizi, İlim, 2. 
3 Zümer, 39/9. 
4 Tirmizi, İlim, 19. 
5 Tirmizi, Deavât, 68. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü