Bu Blogda Ara

Cuma Hutbesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cuma Hutbesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Tevhid ve Vahdet Medeniyeti

Aziz Müminler! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet ediniz.” 1 İşte bu âyet Müslümanların tek bir ümmet olduğunu gayet açık bir şekilde bize göstermektedir. 

Kardeşlerim! Müslümanlar, Mekkelilerin baskı ve zulümlerinden dolayı dinlerini yaşayamaz hale gelmişlerdi. Efendimiz (s.a.s) onların başka bir diyara göç etmelerine izin vermişti. İslam’ın bu ilk muhacirlerinin başında Peygamberimizin amcası Ebu Talib’in oğlu Cafer vardı. Habeş Kralı Necaşi, ülkesine sığınan bu insanları dinlemek istedi ve onları huzuruna kabul etti. Cafer ve arkadaşları, içeri girerken gelenekte olduğu üzere kralın huzurunda secdeye kapanmamışlardı. Necaşi bunun sebebini sorduğunda, Cafer, “Biz Allah’tan başka kimseye secde etmeyiz.” şeklinde cevap verdi ve sözlerine şöyle devam etti: “Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. İnsanlıkla bağdaşmayan bütün kötülükleri işlerdik. Hak ve hukuka riayet etmezdik. Biz bu haldeyken Allah, içimizden asîl, doğru, güvenilir, iffetli bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a imana ve kulluğa davet etti. Doğru söylemeyi, emanete riayeti, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi öğretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalan şahitlik yapmayı, yetim malına el uzatmayı, insan onur ve haysiyetini zedelemeyi yasakladı. Biz de onu tasdik ettik. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik. Bundan dolayı halkımız bize düşman oldu. Biz de senin ülkene sığındık…” 2 


Kardeşlerim! Bu konuşma İslam’ın tevhid inancını ve vahdet anlayışını ortaya koyan, İslam medeniyetinin bir tevhid ve vahdet medeniyeti olduğunu vurgulayan bir konuşmadır. Resul-i Ekrem’in hayatını, mesajlarını özetleyen bir hitaptır Cafer-i Tayyar’ın bu konuşması. Bu konuşma Afrika’nın kararmış idrakini aydınlatan, Necaşi’yi kavmiyle birlikte Muhammed Mustafa’ya ümmet kılan bir konuşmadır. Kıymetli Kardeşlerim! Allah’ın varlığına ve birliğine iman olan tevhid, İslam’ın özü ve ruhudur. Tevhit, her şeyin tek ve mutlak yaratıcısı olan Allah’ın yüceliğini ve celalini haykırmaktır. Tevhit, kulluğun Allah’tan başka hiçbir varlığa yapılamayacağının ilanı ve imzasıdır. Tevhid, insanın amaçsız ve gayesiz yaratılmadığını, yalnız olmadığını, Yaratan’ın ona her şeyden yakın olduğunu bildirir. İnsana insanlığını hatırlatan tevhid, insanla kâinatın, akılla kalbin, ruhla bedenin birliğidir, bütünlüğüdür. Tevhid, soyut bir inanç değildir, aynı zamanda bir yaşayış biçimidir, bir vahdettir. Aynı Rabbe kul olan müminlerin, aynı inanç, aynı duygu ve aynı gaye etrafında kenetlenmesidir. Tevhid, emandır, emniyettir; barıştır, huzurdur, güvendir. 

Kardeşlerim! İslam medeniyeti, bir tevhid ve vahdet medeniyetidir. Tevhit ve vahdet medeniyeti, kâinatı Batı-Doğu, KuzeyGüney diye bölmez. Tevhit ve vahdet medeniyeti, insanları dil, renk, coğrafya farklılıklarından dolayı ötekileştirmez.3 Bu medeniyetin mensupları, bütün insanları ya hilkatte eş4 ya dinde kardeş olarak kabul ederler. Bütün insanlığa, hatta evrene ve içindekilere şefkat ve merhametle bakarlar; kin, nefret, intikam gibi duygularla yüreklerini karartmazlar. Bu medeniyet, Rahman’ın vahdaniyetinde toplumu birbirine bağlar. Şan, şöhret, makam, mevki, zenginlik ve güç, ırk ve mezhep, bu medeniyette asla bir üstünlük ölçüsü değildir. Bu medeniyet, insana bizatihi insan olduğu için değer verir. Onu erdem ve ahlakına, niyetine, sözüne ve fiillerine göre değerlendirir. 

Aziz Kardeşlerim! Bugün şiddetin, kargaşanın gölgesinde ortaya çıkan kimi akımların, İslam’a verdikleri en büyük zarar tevhid ve vahdet medeniyetini yaralamalarıdır. İslam dünyasının yaşadığı en büyük sorun, insanı, tarihi, toplumu, kâinatı, medeniyeti yorumlayan bir ilke olan tevhidin, sadece soyut bir inanca indirgenmesi çabasıdır. Tevhidin, başkasını tekfir eden bir ideoloji, vahdetin ötekileştirme zihniyeti olarak algılanmasıdır. Bu nedenledir ki, bugün İslam coğrafyasında tevhid inancı vahdete, birliğe dönüştürülememektedir. Geçmişte insanlığa örnek olan emân ve güven, selâm ve huzur medeniyeti yeniden inşa edilememektedir. Kardeşlerim! Bugün İslâm ümmeti olarak İslâm diyarlarını yeniden ilim, hikmet ve marifet yurduna dönüştürmek için hep birlikte çalışalım. 

İslâm coğrafyasında barış ve huzuru, merhamet ve şefkati, kardeşlik ve dostluğu, hak ve adaleti, ahlak ve fazileti yeniden egemen kılalım. Bunu başarabilmenin yolunun da Kerim Kitabımızın rahmet yüklü mesajlarına, Efendimizin eşsiz örnekliğine sımsıkı sarılmaktan geçtiğini unutmayalım. İnsanlığı diriltmek için, insanlığı yaşatmak için, insanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım. Hutbemi, her gün namazlarımızda okuduğumuz ve tevhid inancımızı ikrar ettiğimiz Fâtiha suresinin şu âyetlerinin meali ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!” 5 

1 Enbiyâ, 21/92. 
2 İbn Hanbel, I, 202. 
3 İbn Hanbel, V, 411. 
4 Tirmizî, Menâkıb, 74. 
5 Fâtiha, 1/5-7. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

8 Nisan 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet

“Lâ İlâhe İllallah” diyerek kelime-i tevhidi samimi bir şekilde gönlüyle tasdik, diliyle ikrar eden ve tevhid inancını benimseyen mü’min kardeşlerim! Rab olarak Yüce Allah’ı, din olarak İslam’ı, Peygamber olarak Muhammed Mustafa’yı, Kitap olarak Kur’an-ı Kerim’i kabul eden bahtiyar müminler! Allah’ın lütfu ile kardeş olan, kardeşliklerini bu mabette yan yana saf tutarak, aynı duygu ve gayeleri paylaşarak pekiştiren kıymetli kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun. Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur.”1 

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlar, Âdem'in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.” 2 

Kardeşlerim! Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerinin yıldönümü olan yeni bir Kutlu Doğum Haftasına daha girmiş bulunuyoruz. Bu hafta içerisinde, Peygamberimizi anmak ve onun mesajlarını anlamak amacıyla çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu sene yüce dinimizin tevhid inancı ve vahdet anlayışına dikkat çekmek ve bu konuda bir bilinç oluşturmak amacıyla Kutlu Doğum Haftası’nda “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temasını gündeme taşıyacaktır. “İnsanlığı diriltmek, insanlığı yaşatmak ve insanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım!” çağrısıyla Peygamberimiz (s.a.s)’in ortaya koyduğu örneklik çerçevesinde, tevhid ve vahdet konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır. İnsanlığın topyekûn sıkıntılı süreçlerden geçtiği şu günlerde, parçalanan zihinlerin, yaralanan gönüllerin tamirine katkı sağlanacaktır. Bu vesileyle Kutlu Doğum Haftanızı tebrik ediyorum. Bu haftanın hepimiz için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimizden diliyorum. 

Aziz Müminler! Tevhid, Yüce Rabbimizin varlığını ve birliğini gönülden tasdik etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İnsanın yaratılış gaye ve hikmeti tevhide dayanır. Bütün peygamberler, tevhid inancını yeryüzünde yaymak ve egemen kılmak üzere gönderilmiştir. Onlar bu uğurda çetin mücadeleler vermişler, ağır imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Tevhid inancının son elçisi olarak Yüce Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’i görevlendirmiştir. Âlemlere rahmet Peygamberimiz, Allah’ın varlığını ve birliğini tüm insanlığa yeniden tebliğ etmiştir. Yalnızca Allah’a kul olmaya ve insanca bir yaşayışa çağırmıştır. Rahmet peygamberi, kısa bir sürede şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden muvahhit bir toplum inşa etmiştir. Onun Mekke’de yaktığı tevhid meşalesi her geçen gün yayılmıştır. Öyle ki bu meşale ile karanlıklar, aydınlığa; zulüm, adalete; kin ve nefret, şefkat ve merhamete dönüşmüştür. 

Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s), sadece tevhid inancını değil, beraberinde vahdet anlayışını da getirmiştir. Bu anlayış, Ensar ve Muhacir arasında zirveye çıkan kardeş olma, birlik olma, bütün olmaya dair en nadide örnekleri insanlığa takdim etmiştir. Efendimizin vahdet anlayışı ile dilleri, renkleri, ırkları farklı ama inançları, gayeleri, gönülleri aynı “birler” “bin”, “binler” “bir” olmuştur. 

Aziz Müminler! Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değildir, aynı zamanda bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Tevhid inancının bireysel hayattaki tezahürü, bu inancın gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Rabbimize, kendimize, çevremize, kâinata karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmaktır. Tevhid inancının toplumsal hayattaki karşılığı ise vahdettir. Vahdet; kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmadır. Birlikte yaşama şuuruna sahip olmaktır, ortak değerler etrafında kenetlenmektir, ortak ideallere yönelmektir. Vahdet, tevhidin sancağı altında toplanmaktır, Allah yolunda her türlü çıkarı bir kenara bırakmaktır. Varlığımızı, yokluğumuzu, acılarımızı, sevinçlerimizi, dualarımızı ortak kılmaktır vahdet. Müslüman kanının dökülmesini, Müslümanların bölünüp parçalanmasını engellemek için var gücümüzle çalışmaktır. Vahdet, İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz medeniyetlerin, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübelerin farkında olmaktır. Unutulmamalıdır ki yeryüzündeki bütün muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün insanlığa huzur ve saadet getirecek yegâne çözüm İslam’dadır, imandadır, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışındadır. Ancak bunun için bizim tevhid ve vahdeti iyi ve doğru bir şekilde idrak etmemiz gerekmektedir. 

Kıymetli Kardeşlerim! Özelde Müslümanların, genelde ise bütün insanlığın tarihin en buhranlı günlerini geçirdiği şu süreçte bizlere büyük görevler düşmektedir. Küfrün karşısında tek ses, zalimin karşısında yekvücut olmak biz Müslümanların en önemli görevlerindendir. Ancak bunu başarabilmemiz, her şeyden önce birbirimizin mezhebini, meşrebini, ırkını, dilini, coğrafyasını ve ideolojisini değil, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışını esas almakla mümkündür. Birliğe, dirliğe ve huzura giden yol da; dostu düşmanı tanımanın yolu da; başkalarının değil, ümmetin yüzünü güldürmenin yolu da buradan geçmektedir. 

Kardeşlerim! Kutlu doğumunu idrak edeceğimiz Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği tevhid dininin ve rahmet yüklü evrensel mesajların; başta ülkemiz olmak üzere bütün Müslümanların vahdetine, birliğine, dirliğine ve huzuruna vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. İnsanlığın, merhamet dini İslam’ın rahmet ve adaletinden hiçbir zaman nasipsiz kalmamasını, Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda Peygamber Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine vesile olmasını diliyorum. 

1 En’âm, 6/102. 
2 Tirmizî, Menâkıb, 74. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

1 Nisan 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Öfkeye Hakim Olabilmek

 Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda infak edenlerdir, öfkelerine hâkim olanlardır, insanları affedenlerdir.” 1 buyurarak cennette talip takva ehli müminlerin bir özelliğinin de öfke kontrolü olduğuna vurgu yapmaktaydı. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken onlara, “Pehlivan kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Sahabe, “Pehlivan, güreşte rakibini yenen kişidir.” cevabını verdi. Bunun üzerine Efendimiz, “Asıl pehlivan, güreşte rakibini yenen değil, öfke anında kendisine hâkim olup öfkesini yenebilendir.”2 buyurdu. 

Merhamet Peygamberi, bu sade ama bir o kadar da anlamlı benzetmeyle gönüllere ve zihinlere nakşedilecek bir mesaj veriyordu. Nice pişmanlıklara, gözyaşlarına, âhvâhlara neden olan öfkeye mağlup olmamamız konusunda bizleri uyarıyordu. Efendimiz, bir taraftan öfke kontrolü konusunda ashabını eğitirken bir taraftan da her birimiz için vazgeçilmez öğütlerde bulunuyordu. Bir defasında kendisine gelip, “Yâ Resûlallah! Bana özlü bir tavsiyede bulun!” diyen birine, Efendimiz; “Öfkene hâkim ol!” 3 demekle yetiniyordu. 

Aziz Müminler! Yüce Rabbimiz, öfkeden sakınma konusunda Kerim Kitabımızda peygamberlerin hayatlarından bizlere kesitler sunar. Bu peygamberlerden biri Musa (a.s.)’dır. Onun yokluğunda kardeşi Harun, kavminin hidayetten uzaklaşmasına engel olamamıştı. Bu duruma öfkelenen Hz. Musa, onu yakasından tutup hiddetle silkelemişti. Neticede kardeşinin ikazıyla öfkesine hâkim olmuş ve “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bize rahmetinle muamele eyle. Sen merhameti engin ve sonsuz olansın.” 4 yakarışıyla Rabbine sığınmıştı. Yunus (a.s.), kavmini bir olan Allah’a teslimiyet ve kulluğa davet etmişti. Ancak onlar, bu daveti karşılıksız bırakmışlardı. Bunun üzerine Yunus Peygamber, bir hışımla kavmini terk edip gitmişti. Ama öfkesi onun için bir imtihana dönüşmüştü. Bir balığın karnında karanlıklar içerisinde kalmış, sabrın ve itidalin anlamını bir kez daha kavramıştı. Nedametle Rabbine şöyle iltica etmişti: “Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Ben gerçekten kendine yazık edenlerden oldum.”5 

Kıymetli Kardeşlerim! İnsanlığın yolunu aydınlatan peygamberlere dair bu örneklerle bizi eğitir Âlemlerin Rabbi. Peygamberlerin dahî kimi zaman öfkelendiklerini ancak öfkelerini Allah’a sığınarak yendiklerini öğretir. Peygamberimiz (s.a.s) de, öfke anında kişinin Allah’a sığınmasını, hesabı, sevap ve günahı hatırlamasını tavsiye etmiştir.6 Öfkelenince dilimizin isyan, küfür, intikam sözcüklerine değil; dua, sükûnet, esenlik ifadelerine tercüman olmasını istemiştir. 

Kardeşlerim! Olgun bir insan ve kâmil bir mümin olmanın tezahürlerinden biri de öfkeye hâkim olabilmektir. Onun bir anda parlayan ateşine odun değil su taşımaktır. Zira öfkesine yenik düştüğünde insanın gözü kör, kulağı sağır olur; insaf ve vicdanı devre dışı kalır. Öfke seline kapılan kişi merhametten, hoşgörüden yoksunlaşır; kırıcı, yıkıcı hale gelir. Hatta ölümle sonuçlanacak kadar aşırı davranışlar sergileyebilir. Nitekim günümüzde öfkenin sebep olduğu nice olumsuzluklara, ibretlik ve hazin tablolara hemen her gün şahit olmaktayız. Şeytan, öfke silahıyla aramıza kin, nefret, intikam tohumları ekmektedir. Nice akrabalık, dostluk ve kardeşlikler sudan sebeplerle başlayan kavga ve çekişmelerle husumete dönüşebilmektedir. Bir anlık öfke, ailelerde, iş ortamlarında, hâsılı gündelik hayatın farklı alanlarında nice mutlulukları alıp götürmekte, nice hayalleri yok etmektedir. Nice yuvalar, bir anlık öfke ateşiyle yanıp kül olmaktadır. İnsanoğlunun öfkeye yenik düşmesinin bedelini kimi zaman masum eşlerin, çocukların, annebabaların, komşuların, suçsuz insanların canlarıyla ödemesi, yüreklerimizi parçalamaktadır. Kardeşlerim! Bugün, insanlık olarak bir stres çağında yaşıyoruz. Gündelik hayatta zaman zaman bizi çileden çıkaran olaylarla karşılaşıyoruz. Fakat bizler, öfkemizde haklı olsak dahî, öfkenin bizi nerelere sürükleyebileceğini asla unutmayalım. Hayatın bir imtihan olduğu gerçeğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım. Duyduğumuz her sözü, başımıza gelen her bir olayı akl-ı selimin süzgecinden geçirelim. Geliniz, müminler olarak daima şefkat, merhamet, hoşgörü ve sabrı kuşanalım. Öfkenin esaretiyle, kin, nefret, husumet gibi duygularla yüreklerimizi karartmayalım. Mevlanâ’nın “Hilm kılıcı, öfke kılıcından keskindir.” sözünü kendimize şiar edinelim. Yüce Rabbimiz bizleri öfkesine mağlup olanlardan değil; sabrı kuşanan, öfkesini yenebilen, haklıyken dahî affedebilen müttaki kullarından eylesin! Kıymetli Kardeşlerim! Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, bir kez daha rahmet, bereket ve bağışlanma mevsimi olan üç ayların eşiğine ulaştık. Önümüzdeki Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Regâib Kandili’ni idrak edecek ve üç ayların ilki olan Recep ayına gireceğiz. Regâib Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Yüce Rabbimiz, üç ayları en güzel şekilde değerlendirebilmeyi, rızasını kazanmış olarak hep birlikte Ramazan bayramına erişebilmeyi nasip eylesin. 

1 Âl-i İmrân, 3/134. 
2 Müslim, Birr, 106; Ayrıca bkz. Buhârî, Edeb, 76. 
3 Buhârî, Edeb, 76. 
4 A’râf, 7/151. 
5 Enbiyâ, 21/86-88; 
Ayrıca bkz. Saffât, 37/139-148. 6 Buhârî, Edeb, 44. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

25 Mart 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Hak ve Hakikat

Aziz Müminler! Allah Resulü (s.a.s), bir gün ashâbı ile otururken onlara, “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Ashâbdan söz alan biri, “Müflis, malı mülkü olmayan kimsedir.” dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz, asıl müflisi şöyle tarif etti ve onun ibretli akıbetini haber verdi: “Müflis, dünyadayken namazını kılmış, orucunu tutmuş, zekâtını vermiş olarak kıyamet günü Allah’ın huzuruna gelen fakat kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını gasp etmiş, kimine hakaret etmiş, kiminin canına kast etmiş kişidir. Yapmış olduğu iyiliklerin sevabı, dünyada bir şekilde haklarını ihlal ettiği hak sahiplerine verilir. İşlemiş olduğu günahlara karşılık iyilikleri kifayet etmezse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak ona yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” 1 Rahmet Elçisi’nin dilinden dökülen bu kutlu söz, iman ve sorumluluk, iman ve amel, söz ve ahlak konusunda hassasiyet göstermeyen kişinin o büyük günde uğrayacağı hüsranı vurgulamaktadır. 

Kardeşlerim! Bizler, bu dünyaya her şeyden önce Hak ve hakikate şahitlik etmek için gönderildik. Hak ve hakikatin kaynağı, sahibi ve belirleyicisi olan Yüce Rabbimiz, “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun...” 2 buyurdu. Ve bütün inananları hakkı tanımaya, hakikati duyurmaya, adaleti yüceltmeye davet etti. Bizler de, imanımız ve Müslümanlığımızın tescili olan kelime-i şehadetle Rabbimizin varlığına ve birliğine, sonsuz kudretine, O’nun Âlemlere Rahmet Elçisi Muhammed Mustafa (s.a.s)’nın peygamberliğine şahitlik ettik. Bu, sadece dilden dökülen bir şahitlik değildi elbette. Bu ulvi şahitlikle ağır bir sorumluluk da üstlendik. Rabbimize, bize emanet ettiği hak ve hakikate sahip çıkma, şahitlik etme, onu yaşama ve yaşatma sözünü verdik. 

Kıymetli Kardeşlerim! Hakka sahip çıkmak, Rabbimize, kendimize, çevremize ve bütün yaratılmışlara karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir. Rabbimize karşı hak ehli olmak, O’na karşı vazifelerimizde teslimiyet ve sadakat sahibi bir kul olmaktır. Her vesile ile O’nun rızasını aramaktır. Kendimize karşı hak ehli olmak, Allah’ın lütfu olan nimetleri yerli yerinde kullanmaktır. Zihnimizi kötü düşüncelerin esiri yapmamaktır. Dilimizi kötü sözlere kapatmaktır. Bedenimizi kötülükten korumak, insanlığın hayrı ve faydası için kullanmaktır. Çevremize karşı hak ehli olmak, onlara karşı şefkat, merhamet, insaf ve adaletle davranmaktır. Dili, ırkı, mezhep ve meşrebine bakmaksızın hiç kimsenin can, mal, onur ve haysiyetine dil uzatmamaktır. Dünyanın sadece bize değil, bizim dışımızdakilere de ait olduğunu unutmamaktır. 

Kardeşlerim! Her türlü israftan kamu malını çarçur etmeye; kumardan gaspa; dolandırıcılıktan hırsızlığa; aldatmadan hileye; karaborsacılıktan haksız kazanca; gıybetten iftiraya; yalandan sahteciliğe; cinayetten şiddet ve teröre, İslam’ın yasakladığı bütün davranışlar, aslında hem Allah’ın hakkına hem de insanların hakkına bir tecavüzdür, zulümdür. Müslüman, bu gibi durumlarla bir arada olamaz. Müslüman, bu gibi kötülüklerle anılamaz. Mümin, asla başkalarının hakkını gasp edemez. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliğe sessiz de kalamaz. Zulme duyarsız olamaz. Zalimin yanında yer alamaz. Çünkü mümin, Peygamberimizin tarif ettiği gibi, insanların elinden ve dilinden emin oldukları, canları ve mallarını kendisine karşı güvende bildikleri kişidir.3 

Kardeşlerim! Bizler, dünyada gerçek anlamda hakkı, hukuku tesis etmiş, adaleti yüceltmiş bir medeniyetin mensuplarıyız. Biliyoruz ki, hiçbir haksızlık, hiçbir zulüm ebedi değildir. Ve yürekten inanıyoruz ki; hakkı tutup kaldırdığımız sürece batıl bize asla zarar veremeyecektir. Haklının yanında olduğumuz müddetçe Rabbimiz bizi yüceltecektir. Yeter ki bizler, hak ve hakikatin kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’i ve Efendimiz (s.a.s)’in sünnetini kendimize rehber edinelim. Yeter ki, hak benim, hakikat yalnız benim elimdedir demeyelim. Dinimizin bize öğrettiği hak duyarlılığına sahip olalım ve bunu yaymak için çabalayalım. Hutbemi gönülden “âmin” diyeceğimiz şu dua ile bitirmek istiyorum: “Allahım! Hakk’ı hak bilip Hakk’a uymayı, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan kaçınmayı bizlere nasip eyle.” 1 Müslim, Birr ve Sıla, 59. 2 Maide 5/8. 3 Nesâî, İman ve Şerâiuhû, 8. Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

18 Mart 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Çanakkale ve Birlik Ruhu

Kardeşlerim! Öncelikle hutbeme başlarken geçen Pazar günü Ankara’daki menfur saldırıda hayatını kaybeden tüm kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Ve hepinizi, hayatını kaybeden kardeşlerimizin aziz ruhları için birer Fatiha okumaya davet ediyorum. el-Fâtiha.

Aziz Müminler! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Yılgınlık göstermeyin, hüzünlenmeyin. Eğer iman etmiş kimseler iseniz üstün gelecek olan sizlersiniz.” 1 Hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müminlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın duvarları gibidir.”2 

Kardeşlerim! Bundan bir asır önce kahraman ecdadımız, bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez” diye haykırdı. Onlar, i’lâ-yı kelimetullah için, din-i mübin-i İslâm için kanlarını ve canlarını feda ettiler. Şehadet şerbetini içtiler, o yüce mertebeye eriştiler. Tevhidi savundular, İslâm’ın izzet ve şerefini, Müslümanların haysiyet ve onurunu müdafaa ettiler. Mabetlerimize namahrem eli değdirtmediler. Şehadetleri dinimizin temeli olan ezanlarımızın susturulmasına müsaade etmediler. İmanlarıyla, cesaretleriyle, fedakârlıklarıyla, Allah’ın inayet ve yardımıyla büyük bir zafer kazandılar. Bu vesileyle başta Çanakkale şehitlerimiz olmak üzere bütün şehitlerimize Yüce Rabbimizden rahmet diliyorum. 

Aziz Müminler! Nasıl ki insanların fert olarak imtihanları söz konusuysa milletlerin de imtihanı vardır. Millet olarak biz de tarihin hemen her döneminde zorlu imtihanlardan geçtik. Varlığımıza, inancımıza, mukaddesatımıza, huzurumuza kast edildi. Vicdanı körelmiş, insafını kaybetmiş güçler, bizi tarih sahnesinden silmek amacıyla Çanakkale’de olduğu gibi, Sakarya’da, Dumlupınar’da var güçleriyle üzerimize geldi. Bu ordular karşısında elimizde güçlü silahlarımız yoktu; fakat kalplerimiz iman doluydu. Gönüllerimiz birbirine sımsıkı bağlıydı. Aynı secdede Rahman’a kul olmakla, aynı kıblede istikameti bulmakla, birbirimize verdiğimiz değerle, muhabbetimizle, birlik ve beraberlik ruhuyla bütün zorlukların üstesinden geldik. Din, ezan, bayrak ve mukaddesat uğrunda Doğusuyla, Batısıyla, Kuzeyiyle, Güneyiyle hep birlikte aynı safta mücadele ettik. Binlerce evladımızı şehit vererek bu toprakları hep birlikte vatan kıldık. 

Aziz Kardeşlerim! Bugün millet ve yaşadığımız coğrafya olarak yine ağır bir imtihandan geçiyoruz. Bizi birbirimize düşürmek, gücümüzü zayıflatmak isteyenler tarafından, ülkemiz, bir ateş çemberinin içerisine çekilmeye çalışılıyor. Mezhep, meşrep, ırk, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin kardeşliğimiz, birlik ve beraberliğimiz, huzurumuz hedef alınıyor. Nice evladımız, geleceğimiz için şehadet şerbetini yudumluyor. İnsanlıktan nasibini alamamış, hiçbir ahlaki ve insani değer tanımayanlarca gerçekleştirilen hain terör saldırılarında masum kardeşlerimizi yitiriyoruz, yaralanıyoruz. Büyük üzüntüler yaşıyoruz. Bize bu acıları yaşatanlar, kardeşliğimizi, birlik ve dirliğimizi hedef alanlar bilmelidirler ki; bizler bu topraklarda rengi rengine, dili diline, sesi sesine, gönlü gönlüne karışmış bir milletiz. Bizler asırlardır sevinçtekederde, varlıkta-yoklukta birlikte ağlayıp birlikte gülmüş bir milletiz. Acı, şiddet ve korku bizi asla yıldıramayacaktır. Aksine bizi birbirimize daha fazla kenetleyecek, kardeşlik bağlarımızı daha da pekiştirecektir. 

Kıymetli Kardeşlerim! Yeter ki bizler, milletimizin, ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu ve sıkıntılı süreçte görev ve sorumluluklarımızın farkında olmaya devam edelim. Şiddet, korku ve acıyla bizi birbirimize düşürmek isteyenlere inat, gönüllerimizi hiçbir ayrım gözetmeksizin sımsıkı kenetleyelim. Yeter ki gözü dönmüş cinayet şebekelerine karşı, “sen”, “ben” anlayışını bir kenara bırakıp “biz” anlayışıyla yekvücut olalım. Terörün ve onu kullanan şer odaklarının, topyekûn ülkemize, milletimize, kutsalımıza, istikbalimize kastettiğini asla aklımızdan çıkarmayalım. Yeter ki her türlü fitne, hile, tuzak ve oyuna karşı uyanık olalım. Aramızdaki muhabbet ve kardeşliği zedeleyecek her türlü söylem ve eylemden uzak duralım. Aksi takdirde terörün ve onu yönlendiren karanlık mihrakların emellerine alet olacağımızı asla unutmayalım.
 
Kardeşlerim! Geliniz! Şu mübarek Cuma vaktinde, hep birlikte Rabbimize şöyle yalvaralım: Rabbimiz! Kardeşliğimize, birliğimize, dirliğimize, izzetimize, şerefimize göz dikenlere fırsat verme! Allah’ım! Dinimizin, milletimizin bekasını sarsacak her türlü dahili ve harici saldırılardan, fitne ve fesatlardan milletimizi, memleketimizi ve âlem-i İslam’ı muhafaza eyle! Varlığımıza, canlarımıza, mukaddesatımıza, huzurumuza kast edenlere karşı milletçe yekvücut olmayı nasip eyle Allah’ım! Rabbimiz! Bu toprakları vatan kıldığımız günden bugüne kadar nasıl birlikte kardeşçe yaşadıysak bundan sonra da bu şekilde yaşamayı bizlere nasip eyle! 

1 Âl-i İmrân, 3/139 
2 Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

11 Mart 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Dünyayı İyilik Değiştirir

Kardeşlerim! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İyilikle kötülük asla bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde iyilikle ortadan kaldır. O zaman göreceksin ki, seninle arasında husumet bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”1 

Hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) bizleri şöyle uyarıyor: “ ‘İnsanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, kötülük yaparsa biz de kötülük yaparız.’ diyen sıradan kimseler gibi olmayınız. Bilakis iyilik yaptıklarında insanlara iyilikle karşılık vermeyi, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getiriniz.” 2 

Kardeşlerim! Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerifte, hayatımızın herhangi bir safhasında karşılaşabileceğimiz husumetlere karşı nasıl bir tavır takınacağımız öğretiliyor bizlere. Kötülüklerin, ancak iyilikle ortadan kaldırılabileceği belirtiliyor. Yüreğimizi kötülüğe esir etmekten, kötülüklerle onu bir taşa dönüştürmekten sakınmamız gerektiği haber veriliyor. İyilik, şefkat, merhamet gibi ulvi hasletlerle önce kendi gönüllerimizi mamur etmemiz, sonra da bunları çevremize ve dünyamıza dalga dalga yaymamız isteniyor. 

Aziz Müminler! İslâm medeniyetinde iyilik, var oluşun temel gayesidir. Yüce Rabbimiz, insanı yeryüzünde iyilik, birr ve ihsan, hayır ve marufu egemen kılmak için yaratmıştır. İnsan, bu dünyada iyi, doğru, güzel, hayırlı ve faydalı olan işleri yapmak için vardır. Kötü, yanlış, çirkin ve zararlı işlerden kaçınmak ve bunlara engel olmak için vardır. İmanın ve her türlü ibadetin bize kazandırmak istediği haslettir iyilik. İyi ve iyilik, insanı insan kılan değerlerin bütünüdür. İyi bir kul, iyi bir evlat, iyi birer anne-baba, iyi bir eş, iyi bir komşu, iyi bir dost, iyi bir arkadaş olmak, kısacası iyi bir insan olmak İslam’ın her birimizde görmek istediği en önemli özelliktir. 

Kardeşlerim! İyilik, insanın sadece kendi menfaati için çalışması demek değildir. İyilik sadece maddi yardımları anımsatacak kadar dar kapsamlı da değildir. İyiliğin bitmez tükenmez çeşitleri vardır. Bizi iki cihanda aziz kılacak, huzur ve mutluluğa ulaştıracak, bize Rabbimizin rızasını kazandıracak her türlü söz, tutum ve davranış iyiliktir. İyilik yalnıza arkadaş, yorguna dayanak, garibe sığınak, muhtaca imdat olmaktır, dünyayı yaşanılır kılmaktır. İyilik, ümmetin boynu bükük yetimlerinin başını şefkatle okşayabilmektir. Mazlumları sevindirmek, İslam coğrafyasının mülteci durumuna düşen muhacirlerine ensar olabilmektir. İyilik, ağır hayat yükünü omuzlamak zorunda kalan engelli kardeşlerimizin önündeki engelleri kaldırabilmektir. Darda, yolda kalmışa yardım elimizi uzatmak, kimsesize kimse, çaresize çare olabilmektir iyilik. İyilik, bazen kardeşimizin yüzüne tebessümle bakmak, bazen de sıkıntılı anlarımızda birbirimiz için âminlerde buluşmaktır. Unutulmamalıdır ki; insan kardeşini ne kadar düşünürse, mazlumun, yetimin, kimsesizin derdiyle ne kadar hemhal olursa kendisine de o kadar iyilik yapmış olur. 

Aziz Kardeşlerim! Üzülerek belirtmek gerekir ki; her geçen gün çevremizi ve insanlığı kötülükler kuşatıyor. İyilik anlayışı gün geçtikçe zedeleniyor. Dünyanın bir bölümü açlık, sefalet ve korku içinde temel ihtiyaçlarını karşılamanın mücadelesini veriyor. Diğer bir bölümü ise sorumsuz ve ölçüsüzce arzularının peşinden koşuyor. İnsanoğlu, hırs ve tamah, heva ve heves uğruna insaf, vicdan ve merhametini kaybediyor. 

Kardeşlerim! Bugün insanlık, kötülüğü kötülükle, şiddeti şiddetle ortadan kaldırmaya çalışıyor. Kötülüğe kötülükle mukabele etmenin, sadece ve sadece kötülüğün sayısını artıracağını göz ardı ediyor. Oysa Yüce Rabbimiz, bütün insanlığa muhteşem bir yol gösteriyor. Kötülüklerden kurtulmamız için yeryüzünde iyiliği egemen kılmamızı emrediyor. İyiliği egemen kıldığımızda kötülüğün kendiliğinden ortadan kalkacağını, şerrin hayırla; fesâdın ıslahla düzeltilebileceğini haber veriyor. Kötülüklerin esiri olmamamız için kalbimizden kin, öfke ve nefreti atmamızı, gönüllerimizi rahmet, şefkat, merhamet, muhabbet gibi erdemlerle müzeyyen kılmamızı istiyor. 

Kardeşlerim! Öyleyse geliniz! Hep birlikte kalplerimiz arasında iyilik ve merhamet köprüleri kuralım. İyiliği hanelerimizde, memleketimizde, ülkemizde ve dünyamızda dalga dalga yayalım. Dünyayı iyiliğin değiştireceğini unutmayalım. Hutbemi Rabbimizin Kerim Kitabımızda bize öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”3 

1 Fussilet, 41/34. 
2 Tirmizî, Birr, 63. 
3 Bakara, 2/201. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

4 Mart 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Kitaplara İman

Aziz Müminler! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah, sana Kur’an’ı hakk ile ve öncekileri doğrulayıcı olarak indirmiştir; daha önce insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ve İncil’i indirmişti; furkanı da indirdi…” 1

Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, insanı varlıkların en şereflisi olarak yarattı. Onu kendisine muhatap kabul etti. İnsanlığın tarihi, vahiyle, ilâhî kelâmla başladı. Rabbimiz, kelâmını, muradını kitaplarıyla, peygamberleriyle bizlere ulaştırdı. Kâinatı mamur kılmamız için bizi vahiyle, bilgiyle donattı. Bizlere yol gösterdi. Kendini tanımamız, O’na ibadet etmemiz, her iki dünyada huzur ve mutluluğa ermemiz için bizleri vahiyle destekledi. Hayatın ve ölümün, dünyanın ve ahiretin anlamını, doğruyu yanlışı, hakkı batılı, iyiyi kötüyü vahiyle bildirdi. Ahlak ve erdemi, adalet ve hakkaniyeti vahiyle öğretti. 

Kardeşlerim! İnsanlık tarihinde zaman zaman tevhidin, yaratılış hikmet ve gayesinin unutulmaya yüz tuttuğu dönemler yaşanmıştır. Yüce Rabbimiz, peygamberleriyle doğru yolu insanlığa yeniden göstermiştir. Yaşanılması için kitaplar göndermiştir. Allah’ın kitapları, sözlerin en güzeli olan Allah kelâmının harflere, satırlara dökülmüş şeklidir. Mümin olmanın esaslarından biri de Allah’ın kitaplarına imandır. Kitaplara iman, Allah kelâmının hakk olduğunu, doğru olduğunu tasdik etmektir. Kitaplara iman, onların her birinin kendisinden öncekini tasdik ettiğini ve son halkasının Kur’an ile taçlandırıldığını kabul etmektir. 

Kardeşlerim! İlâhî kitaplara ayrım gözetmeksizin iman etmemiz emredilir. Bu iman, hiç şüphesiz o kitapların bozulmamış, Allah’tan geldiği şekliyle muhafaza edilmiş hâlleri için söz konusudur. Biz müminler, ilahi kitapların asıllarına iman ederiz. Onların tahrif edilmemiş hallerinin, Allah kelâmı olduğunu kabul eder, onlara saygıda kusur etmeyiz. Kitabı inkâr etmenin, aslında onun sahibini inkâr etmek anlamına geldiğini biliriz. Kur’an dışındaki mevcut ilâhî kitapların asıllarının, insanlar tarafından değiştirildiğini de kabul ederiz. Kardeşlerim! İlâhî rehberler olan kutsal kitapların tahrif edildiği bir dönemde Rabbimiz, peygamber olarak Efendimizi göndermiştir. Bir kez daha vahyi ile insanlığa yol göstermiştir. İlk insan ile başlayan vahiy geleneği, Muhammed Mustafa (s.a.s) ile nihayete ermiştir. O, Hâtemü’n-Nebiyyindir, son peygamberdir. Onun, bizzat yaşayarak bizlere öğrettiği Kur’an-ı Kerim son ilahi kitaptır. Artık tek rehber, hidayetin kaynağı Kur’an’dır. Dünya ve âhiret saadeti, Kur’an’da ve Resûlullah’ın örnekliğinde bize takdim edilen yüce değerleri yaşamaya bağlıdır. Kıymetli 

Kardeşlerim! Kur’an-ı Kerim, Efendimizin ümmetine bıraktığı en büyük mirasıdır, yaşayan mucizesidir. “Şüphesiz Kur’an’ı biz indirdik! Onun koruyucusu da elbette biziz.” 2 âyetinde bildirildiği gibi o Allah’ın muhafazası altındadır. Kur’an, bize var oluşumuzun anlamını, hayatımızın gayesini gösterir. Nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi anlatır. Nasıl iyi bir kul, nasıl iyi bir evlat, nasıl iyi bir komşu, hâsılı nasıl iyi bir insan olacağımızı öğretir. Merhameti, adaleti, iyiliği öğütler. Kur’an’ı okumak ibadet, dinlemek ibadet, anlamak ibadettir. Onu yaşamak ise yaratılışımızın gayesidir. Kur’an, kendisine tutunan için koruyucu ve kurtarıcıdır. Şifa kaynağı, hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir. Kur’an’ın rehberliğinde, Efendimizin örnekliğinde hayatlarını tanzim edenler, asla yollarını şaşırmayacaklardır;3 istikametlerini kaybetmeyeceklerdir. Yüce Rabbimiz, bizleri Kerim Kitabımızın nurundan, rehberliğinden, Efendimiz (s.a.s)’in örnekliğinden mahrum bırakmasın. Hutbemi Peygamberimizin şu hadisiyle bitirmek istiyorum: “Sözün en güzeli Allah’ın kelâmı, en güzel yol da Muhammed’in yoludur.”4 

1 Âl-i İmrân, 3/2-4. 
2 Hicr, 15/9. 
3 Muvattâ, Kader, 1. 
4 Nesâî, Sehv, 65. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

26 Şubat 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Ahirete İman

Kardeşlerim! Ayet-ikerimede Yüce Rabbimiz, şöyle buyuruyor:“Ey iman edenler! Allah’akarşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”1

Bir cuma günüydü. Peygamberimiz (s.a.s) minberde iken bir adam mescide girdi ve onun konuşmasını keserek,“Ey Allah’ın Resûlü, kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu.Sahâbe,soruyu soran kişiye susmasını işaret ettiysede o,aynı soruyu üçkez tekrarladı.Efendimiz,namazı kıldırdıktan sonra, “Kıyametin ne zaman kopacağını soran kişi nerede?” dedi.Oadam,“Benim,YâResûlallah.”diyerek cevap verdi.Peygamberimiz,“Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu.O adam,“Benim çok fazla amelim yok. Ancak ben Allah ve Resûlü’nü gerçekten seviyorum.” dedi.Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz,“Kişi sevdiğiyle beraberdir,sen de sevdiğinle beraber olacaksın.”buyurdu.2

 Allah Resûlü(s.a.s),bu hadisiyle o büyük güne, hesap vaktine daima hazırlıklı olmamız gerektiğini vurguluyordu.Kıyametin ne zaman kopacağından çok daha önemli olan,bizim ona ne kadar hazır olduğumuzdu.Kıyamete hazırlık ise, Rabbimizi ve peygamberimizi gönülden sevmekten, Allah ve Resûlü’nün istediği doğrultuda bi rhayat sürmekten geçiyordu. 

Kardeşlerim! Öldükten sonra dirilmeye,mahşere,hesaba, âhiret gününe iman etmek, dinimizin temel esaslarından biridir.İnancımıza göre mebdeyani her şeyin Allah tarafından yoktan yaratıldığı,meâdyani bâkî olan Allah dışında herşeyin bir gün yok olacağı inancı birbirinden ayrı düşünülemez. Varlığın hakikatini,hayatın anlamını,yaratılışın gayesini bilmeyen,ölümü,ölüm ötesini,yeniden dirilişi, kıyameti,hesabı,âhireti anlayamaz.Âhiretin,bizim ebedî yurdumuz,sonsuz ikamet mahallimiz olduğunu kavrayamaz. 

Aziz Müminler! Rabbimiz,Kerim Kitabımızda,anlamsız ve gayesiz yaratılmadığımızı,başı boş bırakılmadığımızı, ölümle birlikte yepyenibir hayata doğacağımızı bizlere haber vermektedir.Dünyanın bizler için aldatıcı bir meta olduğunu sıklıkla hatırlatmaktadır. Hayatın dünyadan ibaret olduğu fikrinin,kişiyi inkâra sürükleyeceğini bildirmektedir. Âhireti yok sayan bir dünyanın oyun,eğlence,gösteriş ve övünmeden ibaret olduğunu vurgulamaktadır. 

Kardeşlerim! Fâni olan dünya hayatı,ebedî âhiret hayatına giderken konakladığımız geçici bir menzildir.Bizler, ebedî yurdumuzu,âhiretimizi bu dünyada kazanacağız. Dünya bir imtihan yeriyken, âhiret hesap,s ırat, mizan, cennet ve cehennem safahatıyla hakikatin ve mutlak adaletin zuhur edeceği yerdir.Ogün,dünya hayatında yaptığımız her hayrın mükâfatını göreceğimiz gibi, işlemiş olduğumuz her günahında hesabını vereceğiz. Kimseye zerre miktarı haksızlık yapılmayacaktır. Bu şuurla hayatını tanzim eden bir kişi,sürekli kendini hesaba çekecektir. Allah’ın huzurunda vereceği hesabı düşünecek, haramdan, günahtan, kötülükten uzak durmaya çalışacaktır.Şerrin kilidi, hayrın anahtarı olmak için çabalayacaktır.Helâl, sevap ve iyilik peşinde bir hayat sürme idealinde olacaktır.Bu inanç ve anlayışın yerleştiği bir toplum da elbette barış,huzur ve güven toplumu olacaktır. 

Kardeşlerim! Mizanda salih ameliağırbasanlar,ahirette kurtuluş ve felaha ereceklerdir. İyilikleri hafif gelenlerse,kendilerine yazık etmiş olduklarını itiraf edeceklerdir.Unutmayalım ki;cennet,tohumunu bu dünyada ektiğimiz bir Fidandır.Cehennem ise,ateşini bu dünyadan götürdüğümüz bir ocaktır.

Hutbemiş udualarla bitirmek istiyorum: “Allah’ım! Bize dünyada iyilik ver, âhirettede iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!”3 

“Allah’ım!Ebedî yaşayacağım ahiret hayatımı benim için hayırlı eyle!Hayatı her türlü iyiliği artırmama vesile kıl!Ölümüde her türlü kötülükten kurtuluşum avesile eyle!”4 

1Haşr,59/18. 
2Tirmizî,Zühd,50. 
3Bakara,2/201. 
4Müslim,Dua,71. 
Hazırlayan:DinHizmetleriGenelMüdürlüğü

19 Şubat 2016 Cuma

Cuma Hutbesi

Aziz Kardeşlerim! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “‘Biz Allah’a ve Allah’ın bize indirdiği kitaba, aynı şekilde İbrâhim, İsmâil, İshak, Yakûb ve torunlarına indirilenlere; Mûsâ ve Îsâ’ya verilenlere ve Rableri tarafından bütün peygamberlere gönderilenlere inandık. Allah’ın peygamberleri arasında ayrım yapmayız; biz Allah’a teslim olmuşuzdur’ deyin.”1 

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Peygamberler, ataları bir kardeşlerdir.”2 

Kardeşlerim! Peygamberlerin her biri, Allah’tan aldıkları vahyi insanlara ulaştırmak üzere insanlar arasından seçilmiş kutlu elçilerdir. İman esaslarından biri de hiçbir ayrım gözetmeksizin bu kutlu elçileri kabul ve tasdik etmektir. Bizler, hemen her gün okuduğumuz “Âmenerrasûlü” diye bilinen ayetlerde peygamberlerin tümüne inandığımızı ve aralarında hiçbir ayrım yapmadığımızı dile getiririz. 

Aziz Mü’minler! Yüce Rabbimiz, Kerim kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizlere peygamberlerin hayatlarından örnek alacağımız kesitler sunar. İlk insan olma şerefi yanında, ilk peygamber de olan, insanlığın içinden süzülüp çıkartılmış, özü itibariyle en temiz ve saf olan Hz. Âdem, Safiyyullah olarak örneğimizdir. Hiçbir taviz ve gevşeklik göstermeden sabırla 950 yıl boyunca tevhid mücadelesini sürdüren Hz. Nuh, Nebiyyullah olarak örneğimizdir. Tevhid uğrunda dağ gibi ateşe atılan, Allah’a sadakatin ve müstakim duruşun sembolü Hz. İbrahim, Halilullah olarak örneğimizdir. Teslimiyetin zirvesine oturan, Allah’ın emrine tereddütsüz “evet” diyen Hz. İsmail, Zebihullah olarak örneğimizdir. İffet ve hayâ ile özdeşleşen, nefsin gayr-ı meşru istek ve arzularına Allah korkusuyla “hayır” diyen Hz. Yusuf, Sıddîkullah olarak örneğimizdir. Doğumuyla Firavun’ları telaşlandıran, Firavun’un sarayında ama Allah’ın gözetiminde büyütülen, peygamberlik verilince de firavunun düzenini yerle-yeksan eden, Allah’ın kendisiyle konuşarak yücelttiği Hz. Musa, Kelimullah olarak örneğimizdir. İsrailoğulları Tevrat’ı, Zebur’u ve peygamberlerinin mirasını, güç ve saltanat adına tahrif edip ifsada başlayınca, iffet abidesi Hz. Meryem’e, Allah Teâlâ’nın kendi ruhundan ‘ol’ emriyle ilkâ ettiği Hz. İsa, Kelimetullah olarak örneğimizdir. 

Aziz kardeşlerim! Bütün vahiylerin zirvesi olan Kur’an-ı Kerimle gönderilen ve peygamberlerin özü, özeti hatta özlemi olan, kıyamete kadar da ona iman etmeden, onun getirdiğine teslim olmadan, dünya ve ahirette kurtuluşun mümkün olmayacağı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s), Habibullah olarak bizim ve bütün insanlığın yegâne örneğidir. Bütün bu özelliklerine rağmen yüksek bir tevazu ile Efendimiz, kendisini Hz. Âdem ile başlayan Peygamberlik binasının eksik bir tuğlası olarak nitelendirmiştir. Hz. Âdem’den Hâtem’ül-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’ya kadar tüm peygamberlere salat ve selam olsun. Rabbimiz, bizleri ve neslimizi onların en güzel örnek olan hayatlarından ve kutlu yollarından bir an olsun ayırmasın. 

Kıymetli Kardeşlerim! İki gün önce insanlıktan nasibini almamış her türlü değerden ve vicdani duygudan yoksun ki
şi veya kişiler tarafından Ankara’da gerçekleştirilen saldırıda şehit olan güvenlik güçlerimize, hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Haktan rahmet niyaz ediyor, yaralı olan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. Yakınlarına ve milletimize sabır, metanet ve baş sağlığı diliyorum. Cenâb-ı Allah bu saldırıda hayatlarını kaybeden masum kardeşlerimizi engin rahmet-i Rahmanıyla karşılasın. Rabbim millet olarak sabır ve tahammül gücü zorlanan gönüllerimizi onarsın, yaralarımıza derman olsun. Milletimizin başı sağ olsun. 

1 Bakara, 2/136. 
2 Buhari, Enbiyâ, 48. 
Hazırlayan : Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

12 Şubat 2016 Cuma

Cuma Hutbesi

Aziz Kardeşlerim!

Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ ”[1] 


Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Gönülden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun resûlü olduğuna inanan kimseye Allah, cehennemi haram kılar.”[2]

Kardeşlerim!

İman esasları Allah’ın varlığını, birliğini, eşsiz ve ortaksız olduğunu kabul etmekle başlar. İman esaslarından biri de peygamberleri, ayrım yapmaksızın kabul etmektir. Bizler, Müslüman olmanın bir gereği olarak bütün peygamberlere, nübüvvet zincirinin son halkası Muhammed Mustafa’ya (s.a.s) ve onun tebliğ ettiklerinin tamamına şeksiz şüphesiz iman ederiz. Bu imanımızı kelime-i şehadetle gönülden tasdik ederiz. 




diyerek tevhide olan bağlılığımızı, Efendimize olan iman ve sadakatimizi dile getiririz. 



Aziz Müminler!

Peygamber Efendimiz (s.a.s), Allah’ın aramızdan seçtiği, müjdeleyici ve uyarıcı olarak görevlendirdiği, kitabı ile şereflendirdiği son peygamberdir. O, Rabbimizden aldığı vahyi kusursuz bir şekilde bize ulaştırmış, anlatmış, açıklamış ve yaşamıştır. Bu yüzden ona iman eden, Allah’a iman etmiş; onu inkâr eden de Allah’ı inkâr etmiş olur.[3]

Peygamberimiz, bütün insanlığa gönderilmiş bir rahmet vesilesi ve hidayet rehberidir. O, bizlere varoluşumuzun gayesini haber vermiştir. Allah’a kul olmanın, O’nun rızasını ve cennetini kazanmanın yollarını öğretmiştir. Peygamber Efendimiz, özüyle ve sözüyle, her haliyle bizler için ahlak, iffet, şefkat, merhamet ve adalete dair muhteşem bir örnek olarak yaşamıştır. O, ashabına ve “kardeşlerim” dediği bizlere sadakati, dürüstlüğü, vefayı, fedakârlığı öğütlemiştir. Efendimiz, bizim iki cihanda serverimizdir.

Kardeşlerim!

Hayat kitabımız olan Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin diliyle bizlere ulaşmıştır. Onun örnekliğinde hayat bulmuş, okunmuş, anlaşılmış ve uygulanmıştır. Kur’an’ı yaşanan bir kitaba dönüştüren Peygamberimizdir. Vahyin ağırlığını ilk karşılayan, ilâhî kuralları ilk açıklayan, insanlara Allah’ın muradını duyuran Peygamber Efendimizdir. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hac yapmayı emretmiştir. Ancak namazın vakitlerini, rekât sayılarını ve nasıl kılınacağını bize Efendimiz öğretmiştir. Orucun ne şekilde ve nasıl tutulacağını, zekâtın hangi mallardan ve ne kadar verileceğini, haccın menasikini bizlere hep Peygamberimiz göstermiştir. Kısacası ibadet hayatımız, onun örnekliğinde şekillenmiştir.

Kardeşlerim!

“Bize Kur’an yeter” anlayışıyla peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir. Bu duruş, Kur’an’ın bizzat kendisine aykırıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda bize, kendisiyle birlikte Resulüne inanmayı[4] ve tabi olmayı[5] emreder. Peygamberimizin helal kıldığını helal, haram kıldığını haram saymamızı ister.[6] Dolayısıyla Peygamberimize inanmayan, onun siretini ve sünnetini benimsemeyen bir anlayış, İslam anlayışı olamaz. Peygambere iman etmeden, Kur’an ile sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi kurtuluşa ulaşılamaz. Resul-i Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz ve yaşanamaz. Bizi bu konuda ikaz eden yine bizzat Efendimizdir. O şöyle buyurur: “Sakın sizden birinizi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildiğinde, köşesine yaslanmış olarak cahilce, ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda ne bulursak ona uyarız; hadis tanımayız!’ derken bulmayayım!”[7]

Kardeşlerim!

Tarihin yüce rehberlerine, insanlığın barış ve umut elçilerine, Efendimiz başta olmak üzere bütün peygamberlere sonsuz salat ve selam olsun. Rabbimiz, bizleri tevhidi hakkıyla anlayan, kendisine hakkıyla kul olan, Resulüne hakkıyla tabi olanlardan eylesin! Peygamberimizin ümmeti olma, onun sancağı altında toplanma ve şefaatine nail olma bahtiyarlığından bizi mahrum bırakmasın. Onun sünnetinden, muhabbetinden, bereketinden bizleri bir an olsun ayırmasın.

[1] Âl-i İmrân, 3/31.
[2] Buhârî, İlim, 49; Müslim, İman, 47.
[3] Nisâ, 4/80. Ayrıca bkz. Buhârî, Ahkâm, 1; Müslim, İmâre, 33.
[4] Nisâ, 4/136.
[5] A’râf, 7/158.
[6] Ahzâb, 33/36.
[7] İbn Mâce, Sunne, 2; Tirmizî, İlim, 10.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

5 Şubat 2016 Cuma

Cuma Hutbesi

AzizMüminler! Ayet-ikerimede YüceRabbimizşöyle buyuruyor:“İyilik ve Allah’akarşı gelmekten sakınma hususunda yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.”1 

Hadis-işerifteisePeygamberimiz(s.a.s) şöylebuyuruyor:“Kişi,kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardımeder...”2 

AzizMüminler! Dünya üzerinde birbirini alevlendiren nice çatışma ve savaşın yaşandığı ağır bir dönemden geçmekteyiz. İslam coğrafyasının farklı köşelerinde insanlığın utancı niteliğinde karagünler yaşanıyor.Masum Müslümanlar dayanılmaz acılar yaşıyor.Akan kan bir türlü dinmiyor. Çevremiz bir ateşçemberi ile sarılmışken,Türkmen,Arap ve Kürt binlerce kardeşimiz, barış umuduyla ülkemize sığınıyor. Diğer taraftan ülkemizde zorzamanlardan geçiyor. Birliğimizi sınayan,bütünlüğümüzü hedef alan haineller, vatanımızın bir köşesinde şiddeti tırmandırıyor.Onlarca kahraman evladımız şehit düştü.Ciğerler dağlanıyor, ailelerin boynu bükülüyor. Bugün varlığımızı seferber ederek yıkılanları yeniden inşa etmek,yorulana can,boğulana nefes, kimsesize kimse olmak, kardeşliğimizi bir daha hatırlamak durumundayız. Şimdi gözlerin feri,dillerin duası,yüreklerin cesareti olma zamanıdır.Şimdi yaraları sarma zamanıdır. 

Kardeşlerim! Öncelikle vatanımızın güvenliğini canları pahasına sağlayan aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, onları enderin minnet ve şükranla yâd ediyorum.Yüce Rabbimiz onları rahmet ve mağfireti ile huzuruna kabul buyursun.Mekanları cennet olsun. Şehitlerimizin ailelerine bir defa daha başsağlığı diliyorum.Şehitlerini en yüce makamlarda ağırlayan Rabbimiz, onlara sabır ve metanet ihsan etsin. Yüreklerindeki yangını söndürsün, gözyaşlarını dindirsin. 

Kardeşlerim! Şimdi milletçe şehitlerimize olan vefa borcumuzu ödeme zamanıdır.Şimdi şehit ailelerinin yaralarını sarma zamanıdır.Onların evlatları biz olalım,ellerini biz öpelim, hallerini biz soralım,dualarımızı onların dualarına katalım. Şehit eşlerinin maddi ve manevi ihtiyaçlarında yanlarında olalım.Şehitlerimizin bize emaneti olan çocuklarını bağrımıza basalım. Şehit, Rabbine kavuşmuştur, nimetlerle ikrama ermiş, ebedi mutluluğa erişmiştir.Bize düşen,onun ardında bıraktığı emanetlere bu hayatı kolaylaştırmak, hayata tutunma ve ayakta kalma gücü aşılamaktır. 

Kardeşlerim! Şimdi terörün mağdur ettiği kardeşlerimizin yaralarını sarma zamanıdır. Evleri yakılıp yıkılan, şehirlerini terketmek zorunda kalan,çocuklarını okula gönderemeyen,işyerlerinin kepenklerini kapatan binlerce insanımız hayata dönmeyi bekliyor. Bugün bizim vazifemiz onlara ensar olmak,dertlerine derman olmak, halleriyle hemhal olmaktır.Bugün bizlere düşen,hayatın eski tadı ve ahengi ile akması ve hatta eskisinden daha büyük umutlar taşıması için kardeşlerimizin yanında olmaktır.Evsize ev,yuvasıza yuva,kimsesize kimse olmayı bilen milletimiz,bugün terör mağduru olan kardeşlerimizi yalnız bırakmayacaktır.Terörle örselenen ruhları tedavi edelim,toprağından koptuğu için garipleşen yüreklere dokunalım.Bu vatanın geleceği olan yavruların gözlerinin önündeki yıkıntı sahnelerini silelim, kulaklarındaki silah seslerini unutturalım. 

Kardeşlerim! Şimdi Bayır BucakTürkmenlerinin yaralarını sarma zamanıdır. Türkmen kardeşlerimiz, son ana kadar topraklarını zalimlere karşı savunmak ve yurtlarını terk etmemek için uğraşmış,canlarını dişlerine takarak hayatta kalma mücadelesi vermiştir.Son büyük saldırı ve bombalamaların ardından ülkemize sığınan binlerce soydaşımızın ağır yaraların ısarmak için seferber olma zamanıdır. Onlara hicretin zorluklarını unutturacak, kendilerini dost ellerde hissettirecek,yitirdikleri güvenve huzur iklimine kavuşmalarını sağlayacak hertürlü yardım ve desteğimiz için gün bugündür.Gün,yaraları sarma günüdür. 

Kardeşlerim! Diyanet İşleri Başkanlığımız ve Diyanet Vakfımız olarak daha önce milletimizin hayır elini dünyanın pek çok noktasına ulaştırdık.Bugünde“ŞimdiYaralarıSarma Zamanı” başlığıyla yeni bir kampanya başlatmış bulunuyoruz.Bu kampanya uzak diyarlara değil,bizzat kendi dünyamıza kendi vatandaşlarımıza,misafirlerimize yöneliktir. Buitibarla, bugün ülkemiz genelindeki bütün camilerde şehit ailelerimiz,terör mağduru kardeşlerimiz ve ülkemize sığınan Türkmen kardeşlerimiz için bir yardım kampanyası düzenlenmiştir.Rabbimyaptığınız ve yapacağınız yardımlarınızı kabul eylesin. 

Kardeşlerim! Hutbemizi bütün mümin kardeşlerimiz için önemli olduğuna inandığım birhususu dile getirerek bitirmek istiyorum. Geleceğimizin teminatı yavrularımızın yetişmesiiçin,gözaydınlığıçocuklarımızı,okullarımızda tercihe bağlı olarak okutulan Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin Hayatı derslerini seçmeye teşvik edelim.Bunun,anne babalar olarak üzerimize düşen dini bir vazife olduğunu unutmayalım. 

1Mâide,5/2. 
2Müslim,Zikir,38. 
Hazırlayan:DinHizmetleriGenelMüdürlüğü

29 Ocak 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - En Güzel İsimler Onundur

Aziz Müminler! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:“O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”1 

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri öğrenip gereğiyle amel ederse cennete girer.”2 

Kıymetli Kardeşlerim! Hepimizin müminler olarak Yüce Rabbimize karşı görev ve sorumluluklarımız vardır. Bunların başında O’nu tanımak, O’na inanmak, O’nun varlığını ve birliğini kabul etmek, bir an olsun O’nu akıldan çıkarmamak gelir. Verdiği nimetlere karşı şükrün bir tezahürü olan ibadetlerle O’na yakınlaşmaya vesileler aramak gelir. Yüce Rabbimiz, kendisinin pek çok güzel isminin olduğunu bildirmiş ve bu isimlerle kendisine dua etmemizi istemiştir. 3 Kerim Kitabımızın pek çok âyetinde bu isimlerle kendisini bize tanıtmıştır. Efendimiz (s.a.s) de Yüce Allah’ın doksan dokuz ismi olduğunu bildirmiş ve bunları tek tek saymıştır. 

Kardeşlerim! Bir mümin için asıl olan, sadece Allah’ın isimlerini ezberleyip okumak değildir. Bu isimlerin anlamlarını öğrenmek ve bu isimlerle Allah’a duada bulunmaktır. Asıl olan, bu ilâhî sıfat ve isimlerin öğrettiği anlamlarla hayatı mâmur etmektir. Yüce Rabbimiz, Rahman’dır, Rahim’dir. Çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Dünyada bütün canlılara, bütün insanlara, ahirette ise müminlere karşı merhametlidir. O halde, mümin, nefsine uyup haddi aşmış bile olsa, Allah’ın engin rahmetinden umudunu kesmemelidir. Allah’ın, kendisine ortak koşulması dışında bütün günahları bağışladığını bilmelidir.4 Son nefese kadar tövbe kapısının açık olduğunu ve imtihanın sürdüğünü asla unutmamalıdır. Allah’ın sonsuz merhametini uman mümin, öncelikle kendisine şefkat ve merhameti şiar edinmelidir. Gönlünü kin, nefret, husumet, zulüm gibi kötülüklere esir etmemelidir. AllahSabûr’dur, sonsuz sabır sahibidir. Her şeye gücü yettiği halde, kendisine karşı haddi aşanları, nankörlük ve türlü saygısızlık yapanları cezalandırmakta acele etmez. Mümin de Cenâb-ı Hakk’ın Sabûr isminden nasibini alarak sabrı kuşanmalıdır. Türlü sıkıntı ve musibetler karşısında O’na sığınmalı ve O’na güvenip dayanmalıdır. 

Kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, Rezzak’tır. İsteyene istediğini verendir. Sonsuz cömertlik sahibidir. Mümin, “Ey ruhumun ve bedenimin gıdasını yaratıp veren Rezzâk!” dediği zaman bilir ve inanır ki, Allah onun rızkına kefildir. Bu rızık vakti gelince kişiyi bulur, bunun kendisine ulaşmasını hiçbir kuvvet engelleyemez. Yeter ki mümin, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirsin. Allah Refîk’tir, Halîm’dir. Nezaketi, kolaylığı, lütuf ve ihsanısever. Öyleyse mümin de hilm sahibi olmalıdır. Nezaketi, sevgi ve saygıyı elden bırakmamalıdır. Cömertliği kendine şiar edinmelidir. Kardeşlerim! Rabbimiz, her daim bizimledir. Bizi, yalnız, yardımsız, desteksiz, sahipsiz bırakmaz. Bize bizden daha yakındır. Gerçekten görmek için bakarsak, her doğrunun, her kemâlin, her cemâlin yanı başında O’nun eserini buluruz. O’nun dosta karşı dostumuz, külfete karşı yardımcımız olduğunu fark ederiz. Bize gösterdiği bu ilgi ve sevgiyi karşılıksız bırakmak, Gerçek Dost’a karşı büyük bir hak bilmezlik ve nankörlük olmaz mı? 

Hutbemizi Rabbimizin, kendisini bize tanıttığı şu kutsi hadis ile bitirmek istiyorum: “Kulum beni zikrederken onunla beraberim. O beni kendi başına zikrederse, ben de onu kendim zikrederim. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”5 

1 Haşr, 59/24. 
2 Buhârî, Şürût, 18. 
3 A’râf, 7/180. 
4 Zümer, 39/53. 
5 Buhârî, Tevhid, 15. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

22 Ocak 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Söz Ahlakı

Aziz Müminler! Bir gün Peygamberimiz (s.a.s)’e sahabeden biri, “Kurtuluşun yolu nedir?” şeklinde bir soru sordu. Efendimiz, bu soru vesilesiyle tüm müminlere kurtuluşa ve huzura giden yola dair şu önemli tavsiyede bulundu: 

“Diline sahip ol! Fitneye bulaşma! Günahların için pişmanlıkla gözyaşı dök!”1

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: 

“Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Sözü doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.”2 

Kardeşlerim! Söz, Yüce Rabbimizin kelam sıfatının bir yansımasıdır. Âlem, O’nun “Ol” sözüyle var olmuştur. Âdem (a.s.), O’nun bir sözüyle yaratılmış ve insan, dünya serüvenine sözle başlamıştır. Rabbimiz, kelâm sıfatının bir tezahürü olarak insanlara vahiy göndermiştir. Kerim Kitabımız Kur’an, okunan bir söz olarak Efendimiz (s.a.s)’e vahyedilmiştir. İnsanoğlu, zihin ve gönül dünyasındakileri hep sözle ifade etmiştir. Dil, aklın da kalbin de tercümanı olmuştur. 

Kardeşlerim! İslam medeniyeti ahlak, hikmet, irfan, hak ve hakikati izhar eden bir söz medeniyetidir. Sözde öncelikle doğruluğun, sadakatin bulunması gerekir. Söz, hak ve hakikate tercüman olmalıdır. Yalanla, iftirayla zihinler, gönüller, diller kirletilmemelidir. Doğru olmayan sözlerle fesat vehuzursuzluğa sebebiyet verilmemelidir. Emanet olan ömür sermayesi ve hızla akıp giden zaman, faydasız, beyhude sözlerle israf edilmemelidir. Bu hususta Efendimizin “Ya hayır söyleyin, ya susun!” 3 uyarısı her daim şiarımız olmalıdır. Allah katında sözün değeri, hakkı ve hakikati ne kadar yansıttığı ile ölçülür. Çünkü söz, özün aynasıdır ve sadece insanın davranışını değil, aynı zamanda kişiliğini, hatta âkıbetini belirlemektedir. Bu gerçeği Yüce Rabbimiz, şu âyet-i kerime ile haber vermiştir:“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.”4 

Kıymetli Kardeşlerim! Sözde aranan diğer bir özellik ahlaktır, nezahettir. Sözün bir ahlakı, bir âdâbı vardır. Mümin, konuşmasıyla zarafet ve nezaketini yansıtmalıdır. Onun kelâmı,güzel vehoşolmalı, insanın gönlüne akmalıdır. Ancak, gönle akabilmesi için söz, samimiyetle, gönülden söylenmelidir. Efendimiz (s.a.s), insanları etkilemek için yapmacık sözler söyleyenleri, ağzını eğip bükerek gösteriş amacıyla söz sarf edenleri Allah’ın sevmediğini haber verir. 5 Müminin insanlara lânet okuyan, kaba, çirkin, kötü sözlerle hakaret eden biri olamayacağını vurgular. 6 Sadaka diye tanımladığı güzel sözün, kişiyi cehennem ateşine karşı koruyan bir kalkan olduğunu bildirir.7 

Kardeşlerim! Ne acıdır ki günümüzde büyük ölçüde sözün değeri düşmüş, imaj yüceltilmiş, görüntü ve görsellik öne çıkarılmıştır. Çoğu zaman söz söyleme sorumluluğu göz ardı edilir olmuştur. Sorumsuzca, sonu düşünülmeden söylenen sözlerle nice olumsuzluklara, huzursuzluklara, buhranlara neden olunmaktadır. Sosyal medya başta olmak üzere kimi yayın organlarında gündeme getirilen asılsız sözlerle kitleler etki altına alınmakta ve algılar yanlış yönlendirilmektedir.Hiçbir ahlakîdeğer tanımaksızın, insanların kişilik hak ve onurları hedef alınmakta ve insafsızca zedelenebilmektedir. Daha da ötesi kimilerince zaman zaman hiçbir insanî değer gözetilmeksizin türlü iftira ve karalama kampanyalarıyla din ve dini müesseseler itibarsızlaştırmaya çalışılmaktadır. Gayri ahlakî ve gayri vicdanî bu tür çabalar, mümin gönülleri derinden yaralamaktadır. Buasılsız sözlerin, araştırılıp teyit edilmeden dillere dolanması ise ne vahim bir durumdur. Unutulmamalıdır ki bu tür sözleri ortaya atanlar kadar, araştırma gereği duymadan onlara itibar edenler de sorumluluk ve vebal sahibidir. Kardeşlerim! Bugün, insan olarak, Müslüman olarak hepimize düşen görev, imajın ve görselliğin görüntüsüne kendimizi kaptırmamaktır. Manayı maddeye, bâkî olanı fâniye, hakikati yalana esir etmemektir. Söz ahlakı ve sorumluluk bilinciyle hareket ederek her daim hak ve hakikatin peşinden gitmektir. İnsanî ilişkilerimizde empati, saygı, nezaket ve anlayışı kendimize şiar edinmektir. Her bir sözümüzün, her bir işimizin kıyamet günü hesabının sorulacağını unutmamaktır. 

Hutbemizi Yunus Emre’nin şu anlamlı beyitiylebitirmek istiyorum: 

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz. 

1 Tirmizî, Zühd, 60. 
2 İbnHanbel, III, 199. 
3 Buhârî, Edeb, 31. 
4 Ahzâb, 33/70-71. 
5 Tirmizî, Edeb, 72. 
6 Tirmizî, Birr ve sıla, 48. 
7 Buhârî, Cihad, 128, Buhârî, Edeb, 34. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

15 Ocak 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - İmtihanın Adı: Fitne

Aziz Kardeşlerim! Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizden sadece zulmedenlerle sınırlı kalmayacak fitneden sakının. Ve bilin ki, Allah’ın cezası oldukça şiddetlidir.”1 

Hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz bahtiyar kimse, fitnelerden uzak kalandır. Bir musibete uğradığında sabredendir. Yazıklar olsun fitneye sebebiyet verenlere ve destek olanlara!”2 

Aziz Müminler! Kerim Kitabımızda farklı anlamlarda kullanılan fitne kelimesi aynı zamanda “imtihan” anlamına gelir. Kimi zaman canımızla imtihan oluruz. Kimi zaman sahip olduğumuz ve nice emeklerle biriktirdiğimiz malımız ve mülkümüzle imtihan oluruz. Kimi zaman göz aydınlığı evladımızla imtihan oluruz. Kimi zaman yüzümüzü güldüren bir sevincin adıdır imtihan. Kimi zaman başımıza gelen bir musibettir imtihan. 

Kardeşlerim! Kimi zaman da imtihanımız, türlü huzursuzluklara, karışıklıklara sebep olan fitne karşısındaki tutumumuzdur. Yüce Rabbimiz, fitnenin öldürmekten daha kötü, daha korkunç olduğunu belirtir. Peki fitne neden bir insanı öldürmekten daha kötü ve korkunç olarak takdim ediliyor bizlere? Çünkü fitne, kin ve husumete sebep olur. Kardeşliğimizi ve birliğimizi sarsar, gücümüzü zayıflatır. Fert ve toplumların güne ve yarına dair umudunu yerle bir eder. Fitne, insanların onurlarını, şeref ve haysiyetlerini zedeler. Fitneyle iştigal etmek zihni kirletir, gönlü kirletir, dili kirletir. Fesat peşinde koşan ve insanları birbirine düşürmek için çalışanlar, sadece şeytanın amacını kolaylaştırırlar. Benliğindeki fitne duygusu, kişinin yalnız kendisini değil, aynı zamanda toplumu ve hatta insanlık ailesini tarumar eder. İşte bu nedenledir ki, Yüce Rabbimiz ve Peygamber Efendimiz, fitneyi değil, ıslahı; çatışmayı değil, kaynaşmayı esas almamız hususunda bizleri sıkça uyarır. Kerim Kitabımız, fitne çıkararak huzursuzluk ve kargaşaya neden olanların ahirette ağır bir cezaya çarptırılacaklarını bildirir.3 

Kardeşlerim! Tarih, fitnenin sebep olduğu nice yıkımlara, nice kıyımlara, nice karanlık dönemlere şahit olmuştur. Geçmişte yaşanan kavgaların, savaşların, katliamların birçoğunun temelinde fitne vardır. Biz de geçmişte türlü fitnelere maruz kaldık, türlü fitnelerle imtihan edildik. Bugün de ülke olarak, millet olarak en ağır imtihanlardan geçiyoruz. Birlik beraberliğimize kast eden ve bizi birbirimize düşürmek isteyenlerce fitne ateşi her geçen gün bütün şiddetiyle körükleniyor. Pek çok kardeşimiz ve masum insan, fitnenin sebep olduğu hain saldırılarla, vicdan ve insafını kaybetmişlerin sınır tanımayan vahşetleriyle can veriyor. Cehaletten kaynaklanan taassupla, birtakım mihrakların yönlendirmesiyle her türlü şiddet ve cinayeti meşru gören bir anlayış, kalbimize bir hançer gibi günden güne saplanıyor. Diğer yandan hiçbir ahlaki değer ve sınır tanımaksızın ortaya atılan ve aslı astarı olmayan ithamlarla diller kirletiliyor, zihinler ve gönüller bulandırılıyor. Fitne ve huzursuzluklara sebep olunuyor. Görsel ve sosyal medyada asılsız söz ve töhmetlerle nice masum insanın onur ve haysiyeti, izzet ve şerefi ölçüsüzce dile dolanıyor. Oysa en büyük fitnelerden biri, bir insanın onur ve haysiyetine kast etmek değil midir? En büyük zulümlerden biri, dili zehirli bir ok haline getirerek nazargâh-ı ilahî olan kalpleri yaralamak değil midir? 

Kardeşlerim! Bizler, geçmişten günümüze her zorluğu, her imtihanı Rabbimizin emirlerine, Peygamberimizin öğütlerine riayet ederek geçtik. Fitne, fesat, kaos ve desiseleri basiretle, ferasetle hep birlikte aştık. Gönülleri bir, hüzün ve kederleri bir, gayeleri bir kardeşler olduk. Öyleyse geliniz, bugün de millet olarak bizi kuşatan, yarınlarımızı tehdit eden fitne ve güçlükleri aşabilmek için rahmet, adalet, hak ve hakikat dini İslam’a sımsıkı sarılalım. Hep birlikte fitne ateşini söndürmenin yollarını arayalım. Bizi birbirimize düşürmeye yönelik tuzak ve komplolara, içimizden ve dışımızdan beslenen fitne uzantılarına karşı uyanık olalım. Farklıklarımızı bir eksiklik, ayrılık ve çatışma nedeni değil, bir zenginlik vesilesi olarak görelim. Kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi her türlü aidiyet ve çıkarın üstünde tutalım. Önyargılardan sıyrılarak birbirimizin izzet, onur ve haysiyetini saygın, muhterem ve mükerrem görelim. Allah’a, Peygambere, ahlaki değerlere gönül vermiş müminler olarak fitne ve fesadın değil, ıslahın öncüsü olalım. Boş, asılsız, aslına vakıf olmadığımız, fitneye sebep olan dedikodu ve töhmetin peşinde koşarak ömrümüzü ve zamanımızı israf etmeyelim. Elimizle, dilimizle, hâsılı bütün bir bedenimizle bir gün mutlaka hesaba çekileceğimizi unutmayalım. 

Hutbemi şu dua ile bitirmek istiyorum: Ya Rabbi! Fitnenin esiri olmuş zihin ve gönle sahip olmaktan sana sığınırız. Dillerimizi fitne ateşini tetiklemekten, gönüllerimizi, gözlerimizi, kulaklarımızı hak ve hakikate karşı kör ve sağır kesilmekten muhafaza eyle! Bize kudret ver; haysiyetin ayaklar altına alınmasına müsaade etmeyelim. Bize gayret ver; aramıza öfke, kin ve nefret tohumları ekmek isteyenlere fırsat vermeyelim. Bize vahdet ver; bir olalım, birlik olalım. Rabbimiz! Milletimizi ve İslam âlemini her türlü fitne ve musibetten muhafaza eyle! Bizleri tevhit üzere sabit kıl! 

1Enfâl, 8/25. 
2EbûDâvûd, Fiten ve Melâhim, 2. 
3Bürûc, 85/10. 

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

8 Ocak 2016 Cuma

Cuma Hutbesi - Edep ve Haya

Cumanız mübarek olsun Aziz Kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gün ashâbına, “Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz!” buyurdu. Ashab, “YâResûlallah!Biz zaten Allah’tan hayâ ediyoruz, elhamdülillah!” şeklinde karşılık verdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, sözlerine şöyle devam etti. “Hayâ, sadece sizin anladığınız manada değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, bütün organları her türlü günah ve haramdan korumaktır. 

Dünyanın geçici nimetlerine aldanmamaktır. Ölümü ve ölümden sonraki hayatı asla unutmamaktır.”1 Kardeşlerim! Rabbimizin insanın fıtratında var ettiği duygulardan biri de edep ve hayâdır. Edep ve hayâ, Efendimizin de işaret ettiği gibi yaratılış hikmet ve gayesine uygun, insana yaraşır bir hayat sürme çabasıdır. Edep ve hayâ, insanın nefsini terbiye etmesi, kendini ve haddini bilmesidir.2 Ruhunu Kerim Kitabımızın mana sofrasından besleyen müminler, kâmil insan olma yolunun edep ve hayâdan geçtiğini bilirler. Müminin söz ve davranışları edeple değer bulur. Edeple yapılan tövbe makbul olur. Dua ve ibadetler, edeple eda edilirse Allah’a yükselir ve sahibini yüceltir. 

Aziz Müminler! Edep ve hayâyı kuşanan kalpte ancak hayır ve güzellik bulunur. Edebi şiar edinmiş bir zihinden ancak faydalı düşünceler sadır olur. Edeple konuşan bir dilden ancak hayırlı ve hoş sözler dökülür. Böyle bir dil, kendini ilgilendirmeyen boş sözlerden, dedikodu, yalan, iftira gibi mümine yakışmayan konuşmalardan uzak durur. Edep ve hayâ ile nazar eden göz, kendi ayıbını aramaktan başkalarının kusur ve noksanını göremez. “Söyle müminlere, gözlerini muhafaza etsinler.” 3 âyetinin terbiyesinden geçen göz, mahremiyet sınırlarını ihlal edemez. Edep ve hayâ perdesine bürünen kulak, Rabbimizin hoşnut olmadığı her türlü söze kapalıdır. Edep ve hayânın tadına varan gönül, kin, haset, kibir, nefret gibi her türlü nefsani duygunun esaretinden kurtulur. 

Değerli Kardeşlerim! İnsan her yaşta, her çağda ve her konumda edep ve hayâya muhtaçtır. Edep, bizim medeniyetimizde üstün bir ahlâkî meziyet olarak değer görmüştür. Ancak bugün büyük oranda insanlık, bir edep ve hayâ mahrumiyeti, bir ahlak çöküntüsü yaşamaktadır. Günümüz dünyasında ahlâkî değerler giderek yozlaşmaktadır. Öyle ki, önceleri edep ve hayâ sahibi olanlar övülür, değerli görülürken, şimdilerde edepli davranmak ve hayâlı olmak bir eksiklik, bir zayıflık gibi algılanmaktadır. Edebe aykırı sözler sarf etmek ve ahlâk dışı davranışları alenî olarak işlemek ise ne acıdır ki kimilerince cesaretin, özgüvenin ve özgürlüğün göstergesi kabul edilmektedir. Nice zihinler, gönüller ve bedenler edep ve hayâ ile yücelmek yerine edepsizliğin girdabında boğulmaktadır. Fıtratı zedeleyen, ahlakı zayıflatan, hayâ perdesini yırtan araçlar her geçen gün artmaktadır. İnsanlık, nicelerinin ar damarlarının çatlayışını üzüntü ve ibretle izlemektedir. Kimi sosyal medya ortamları, ekranlar, sayfalar her gün hataya teşvik eden, günahı tatlı gösteren, kötüye ve şiddete müsaade eden kareler yayınlamaktadır. Çocuklar istismar malzemesi hâline getirilmekte; kadınlar, cinsel meta olarak görülmektedir. Dün harama karşı edeple öne eğilen başlar, hürmetle çevrilen gözler bugün sınır tanımaz bir biçimde harama yönelebilmektedir. 

Kardeşlerim! Bütün bunların temelinde erdem ve ahlak üzerine bina edilmeyen bir hayat anlayışının var olduğu aşikârdır. Edep ve hayâ yoksunluğu, insanın değer bakımından yoksullaşmasının bir ifadesidir. Edepsizlik, değersizliktir. İnsanın fıtratında var olan edebi, hayâyı kaybetmek, kişiyi “en şerefli varlık” olmaktan çıkararak değersizleştirir. Peygamberimiz, hayâ ve edebin, imanın bir tezahürü olduğunu, bu meziyetlerden kendini mahrum edenlerin ise hüsrana sürükleneceklerini haber vermektedir.4 

Kardeşlerim! Geliniz! Edep ve hayânın eşsiz bir hazine olduğunu bir kez daha hatırlayalım. İşe önce kendi ayıplarımızı görüp düzeltmekle başlayalım. Zamanın ve mekânın hakkımızda şahitlik yapacağı hesap günü gelmeden önce kendimizi hesaba çekelim. Mümin olmanın hakkını verebilmek için gayret gösterelim. Her hal ve hareketimizde Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimizin ahlak ve edebini örnek alalım. Hutbemizi, müminin nişanı olan edebe dair şu veciz ifadelerle bitirmek istiyorum: Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan, Giy o tâcı emin ol her belâdan.

1Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 24. 7
2 İsrâ, 17/37. 
3Nûr, 24/30-31. 
4Tirmizî, Birr ve Sıla, 65. 
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü